Hoş geldiniz!

Benim derdim ne?

Muradım orada burada gördüklerimi, gözüme çarpanları ,gözüme batanları,gözden kaçanları, gözüme girenleri, özellikle basındaki Türkçe yazım ve söyleyiş detaylarını,habercilik hatalarını,sevaplarını yazıvermek...

Kimseyi kırmak,aşağılamak yok...

Eleştirilerin zekice ve efendice yapılanları kabulüm..

Saygılar...








28 Aralık 2009 Pazartesi

Ulalıca,Ula,Ula ağzı 1


Ulalıca..Adından anlaşılacağı gibi Muğla'nın Ula ilçesi ve köylerinde kullanılan dil.Ben aynı ildeki ilçelerin bile farklı söyleyiş biçimleri olduğunu daha çocukken farketmiştim.Ortaokul için gittiğim Muğla'da konuşulan Türkçe ile Ula'daki nerdeyse tamamen farklıydı.İki yerleşim birimi arasındaki uzaklık ise sadece 11 km.Örneğin Muğlalılar ismin -e halini -i hali gibi söylerler.Muğlalıların "Bana bal ver " yerine " Beni bal ver" ,"Bana çay ver" yerine de "Beni çay ver" dediğini duyarsanız şaşırmayın..Gelelim Ulalılara..Ula'da Türkçe yüzyıllar öncesinden donup kalmış gibidir.Bugün hiç bir ağızda rastlamayacağınız ekler Ula'da kulağınıza çarpar..Şimdiki zaman eki -yor Ula'da birçok fiile -durur şeklinde eklenir.sondaki (r) sesi de düşer..geliyor yerine gelipduru,yiyor yerine yiipduru,okuyor yerine okupduru.

Bu söyleyiş biçim Muğla'nın genelinde ve diğer bazı Ege yerleşimlerinde de görülür.Ve Ula'ya özgü bir başka ilginç söyleyiş biçimi; olumsuz cümlelerde - mi soru eki yerine (yok mu?) soru şeklinin kullanılmasıdır.Örneğin birine Görmüyor musun? diye sormak yerine Ulalılar (Gördüğün yok mu?) derler.Yemiyor musun?= Yidiğin yok mu?Duymuyor musun? = Duyduğun yok mu?Gene soru cümlelerinde -durur ekinin soru biçiminde söylendiği de olur..Geliyor mu?= Gelipduru mu?Hala yatıyor mu?= Hala yatıpduru mu?Gene Ulalıların kullandığı bir başka yardımcı fiil de -gelmek..Bu yardımcı fiil diğer yörelerdekinden farklı kullanılır Ula'da..Örnek:geliyor= geliqgelii (gelip gelir)yakıyor = yakıqgeli (yakıp geliyor) Burada Q sesini bilerek kullandım.Çünkü k sesi bunu tam karşılamıyor
O zaman  Muğla ilinde tek bir lise vardı.O da Muğla'daki Turgut Reis Lisesi.İlçelerden gelenler Muğla'da pansiyonlarda ya da kiraladıkları evlerde kalırdı.Biz bir arkadaşın hangi ilçeden geldiğini bilmesek de konuşmasından memleketini şıp diye anlardık.O kadar farklı söyleyişler vardı.

not: Bunlar bilimsel bir saptama olmayıp Türkçe'nin ilginç bir kullanımını örneklemek sadece...

24 Aralık 2009 Perşembe

"Tevil yoluyla ikrar...." ne demektir?

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/13293717.asp?gid=233

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bir açıklama yapmış..24.12.2009. Arınç TSK'nın bir açıklamasıyla ilgili olarak şunları söylüyor:

“Bir kişiye suç isnat edildiğinde yapmadım derse ret etmektir. Yaptım derse ikrardır yani itiraf. Eğer, bu suçu işledim ama başka amaçla yaptım derse tevil yoluyla ikrardır.”

Şimdi sırasıyla bu kelimelere bakalım:
tevil:
Arapça (meal) kelimesinden türetilmiş.Bir şeyi gerçek anlamından başka şekilde anlamlandırma,zoraki bir anlam yüklemeye kalkışma demek.Argo bir karşılık ararsak (kıvırtma) diyebiliriz..

ikrar:
Yine Arapça bir kelime..Karar kelimesinden türev..İlk anlamı kararlaştırma demek.Buradaki anlamı ise dil ile söyleme,saklamayıp açıktan söyleme..
Özetle söylersek "tevil yoluyla ikrar" deyimi "bir şeyi anlamını değiştirerek kabul etme,dile getirme " şeklinde açıklanabilir.

12 Aralık 2009 Cumartesi

nebbaş ne demek ? Tasos Papadopulos ve Vehbi Koç'un nebbaşlarla ne bağlantısı olabilir?

"Nebbaş" kelimesinin basında az kullanılması bu tarz eylemlerin az yapılmasından olsa gerek.Türkçede bu eylemi anlatacak başka bir kelime (tek kelime olarak) yok...
Kelime bize Arapçadan geliyor tahmin edileceği gibi..Mezar soyan,ölü soyan anlamlarına geliyor.Mezarı gizlice,yetkisiz ve izinsiz açanların amaçları farklı olabilir ama,hepsi için "nebbaş" sıfatı kullanılıyor..
Gazetelerden bir haber: (11.Aralık.2009)
"Kıbrıs Rum Kesimi nebbaş skandalı ile sarsıldı. Kıbrıs Rum Kesiminin eski cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos'un mezarı açıldı ve cesedi çalındı."Aynı haberi Vatan Gazetesi de şöyle vermiş:
"Ceset çaldılar .Nebbaşlar, Papadopulos’un cesedini çaldı .Kıbrıs Rum kesiminin eski lideri Tasos Papadopulos’un ölüm yıl dönümünden hemen önce mezarından cesedinin çalındığı bildirildi. "
http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Papadopulosun_cesedi_mezarindan_calindi&tarih=12.12.2009&Newsid=275664&Categoryid=30
Tabii burada çalınan için (ceset) değil (kemikler) demek daha doğru olacak..
Benzer bir olay Türkiye'de 1996 tarihinde yaşanmıştı. Vehbi Koç'un cesedinin çalınmasıyla ilgili ayrıntı
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/04/14/gnd105.html adresinde var..

Nebbaşı gayet iyi tanımlayan bir yazı da Haberturk Gazetesi'nde gözüme çarptı.Murat Bardakçı Eyüp'ün Nebbaşı başlıklı yazısında bakın neler diyor:
http://www.haberturk.com/yazarlar/595771-eyupun-nebbasi

Ve de bir şiir..Yazılarını her zaman çok severek okuduğum Yalçın Pekşen 2004 yılında Akşam Gazetesi'ndeki köşesinde Mevlana'dan bir alıntı yapıyor:

'Kişinin kendine ettiğini

Edemez kişiye hiçbir fani

Ayyaş edemez, sarhoş edemez

Mezar soyan nebbaş edemez"


30 Kasım 2009 Pazartesi

Şeb-i arus'un aruzla ilgisi var mı?Şeb-i Arus ne demek?

Gayet tabii iki kelimenin birbiriyle ilgisi yok?

Arus  عروس:Arapçadan gelmiş bir kelime.Anlamı gelin demek..
Şeb  شب : Farsçadan dilimize girmiş.Anlamı gece.
Şeb-i Arus ise düğün gecesi demek.Mevlevilikte ise (Mevlana'nın öldüğü,Tanrı'ya kavuştuğu gün) anlamında kullanılıyor.

Aşağıdaki alıntıda yazılış biçimi tabii ki yanlış.

"Şeb-i Aruz törenine katılmak üzere Konya'da bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TOKİ'nin toplu açılışında halka seslendi. Erdoğan konuşmasında, 2005 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşmasına dikkatleri çekti".
http://sabah.com.tr/Siyaset/2009/12/17/erdoganin_2005te_diyarbakirda_okudugu_siir

Hatırlayalım:
Aruz  عروض:Yine Arapça bir kelime ve bir nazım ölçü birimi.Lisede hepimizin başına dert olmuştu.Oysa iyi bir yöntem denenirse gayet kolay öğrenilebilir ve bulması çok zevklidir.Divan edebiyatında şairler eserlerini bu nazım biçimiyle oya gibi işlemişlerdir.

Şeb demişken bir not daha düşelim.Kuzey yarımkürede yılın en uzun gecesine eskiden şeb-i yelda derlermiş.(21 Aralık gecesi)
Tarih 24.05.2010.Hürriyet gazetesinde ilk sayfada bir haber başlığı ve Şeb-i Arus gene yanlış yazılmış.Bir de İnternet sitelerine baktım,neyse orada düzeltmişler..

7 Kasım 2009 Cumartesi

iltica etmek, mülteci olmak..

“DTP’liyim diyen iltica oluyor”
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12872400.asp?gid=233


Bu da ne demek dediğinizi duyar gibiyim.
İltica ve mülteci kelimeleri Türkçeye Arapçadan gelmiş.Bulunduğu yerden ayrılıp bir başka yere sığınana mülteci, bu eyleme de iltica etmek diyoruz.Yani (sığınmacı) mülteci, (sığınmak) da iltica etmek oluyor. Yineleyelim ; iltica, (etmek) fiiliyle,mülteci de (olmak) fiiliyle kullanılıyor.Özetle iltica eden kişi mülteci oluyor.Yukarıdaki gazete alıntısındaki gibi (iltica olmak) diye bir söyleyiş yok..

6 Kasım 2009 Cuma

Kim hoşça kal , kim güle güle der?

Bir de çeviri sorunumuz var..Yabancı bir dili iyi bilip de Türkçe’ye hakim olamamaktan kaynaklanıyor sorun..Çevirilerde Türkçe’de hiç olmayan söyleyiş ya da kelimeler kullanılıyor. Benim en çok rastladıklarımdan biri “hoşça kal-güle güle” ikilisi.
Türkçe’de giden “hoşça kal” diyerek ayrılır, ,kalan da onu “güle güle”diyerek uğurlar..…Ama bizim çeviri yapan kardeşlerimize göre kalan da giden de birbirine “hoşça kal” diyor..İngilizce’de herkesin “ bye bye” dediği gibi.İş o boyutlara vardı ki artık yerli dizilerde bile bu yanlışa bolca rastlıyoruz..
Örnek mi? 4.Kasım.2009’da Kanal D’de yayınlanan Yaprak Dökümü dizisinde kalanlar gidenleri “hoşça kal” diyerek uğurladılar..Hem de birkaç defa....Reşat Nuri Güntekin buna ne derdi acaba?

22 Eylül 2009 Salı

Apayrı dillerden gelen kelimeler bazen birbirine çok benzeyebilir..






Gurup (eski haliyle gurub) dilimize Arapça'dan gelmiş..Garp (batı) kelimesinden türemiş bir sözcük..Ay,güneş gibi gök cisimlerinin batması ve güneşin batma zamanı anlamında kullanılıyor...Gurup vakti...
Diğeri de küme,ortak özelliği olan varlıkların tümü ya da aynı amaç için bir araya gelen insanlar topluluğu gibi anlamlarda kullanılan, tek başına olduğu zaman grup,bazı ekleri aldığı zaman grub- biçiminde yazılan Fransızca'dan gelme bir kelime .
O zaman ne yapacağız,bu tabeladaki gibi yanlış yazacağımıza ,böyle bir işe kalkışırken çocuğumuzdan evdeki Türkçe Sözlüğü ya da Yazım Kılavuzu'nu ( muhakkak vardır) isteyip şöyle bir göz gezdireceğiz.Tabii tabeladaki tek yanlış bu değil.. "Gruplara iftar yemeği verilir" dense daha güzel ve doğru olacaktı...
Ne diyelim küçük bir dikkat, sorunu çözmemize yetecek...

karıştırılan kelimelere bir örnek daha...Kamelya,kameriye ne demektir?

Burada ilk dört harfi aynı olmaktan başka benzerliği olmayan,ama  birbiriyle karıştırılan iki kelime var..
Kamelya bize Batı dillerinden gelmiş bir kelime ve bir çiçeğin adı. Bu kadar.
Kameriye ise arapça (kamer=ay) kelimesinden türetilmiş (bir çeşit gölgelik alan).Hani bahçelerde üstü kafesli,genellikle çiçeklerle kaplanmış oturma yerleri vardır ya hah işte ona kameriye deniyor...Rivayete göre eskiden mehtaplı gecelerde oturmak için yapıldığından adına kameriye denmiş.Biliyorsunuz mehtap da (ayışığı)
anlamına gelen Farsça bir kelime..
Ve yanlış kullanıma bir örnek:
"Mari hanım bahçedeki kamelyayı göstererek,"Burayı ne büyük keyifle yaptırmıştı,oysa şimdi benim için hiç tadı tuzu yok" dedi.."
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18006384.asp?yazarid=378
Çok güzel bir söyleşi,keşke bu hata olmasaydı..
Bir hatırlatma daha yapayım.Hürriyet gazetesinde geçmiş yıllarda ilk sayfada bu hata yapılmış,basında epeyce tartışılmış,Ertuğrul Özkök de yanlışı savunurken çam devirmişti...
Bir örnek de Radikal Gazetesi'nden:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1094276&CategoryID=78
Ömer Şahin,cezaevindeki Mehmet Ağar'ı ziyaret etmiş.Konuştuklarını ve ortamı anlatırken "Adı listede olanlar cezaevinin bahçesindeki kamelyada sırasını bekliyor"demiş ki hata etmiş.Buradaki kelime elbette (kameriye) olmalıydı.
Devam edelim.Örnekler bitmiyor çünkü.Efe Moral'in yazdığı romanın adı,Dido.31.sayfada kameriye olan kelime,daha sonra

nedense kamelya şeklini alıyor ve roman bitene kadar da böyle yanlış haliyle tekrarlanıyor .

21 Eylül 2009 Pazartesi

"mahzur" mu "mahsur" mu?

Hem mahzur hem mahsur..Farklı anlamda farklı yazılışta iki ayrı kelimeden bahsediyoruz...

Önemli olan iki kelimeyi karıştırmamak..

Mahzur Arapça bir kelime..Sakınılacak şey,korkacak şey,mani,sakınca anlamında…
Türkçede kullandığımız mahzurlu kelimesi de buradan geliyor..

Mahsur ise yine Arapça bir kelime..Muhasara ile aynı kökten geliyor dersek biraz daha anlaşılır olur..Muhasara altına alınmış,kuşatılmış,hareketi engellenmiş anlamlarına geliyor..
Adada mahsur kaldık…Selde mahsur kaldılar…cümlelerinde kullanılan kelime bu…

21.09.2009 Vatan Gazetesi..Tuna Kiremitçi –ki aynı zamanda roman yazarı oluyor - köşesinde şöyle diyor:
Ama hem maktulün kimliği hem de işin içinde olduğu hissedilen “derin” mevzulardan dolayı, medya tadını çıkaramadı Fehriye’nin güzelliğinin.
Cem’inse çok şükür, öyle mahsurları yok. Testeresi var sadece.”
.
Bir örnek de Reha Muhtar'dan: (14.09.2010)

"Ben referandumda “Hayır” oyu kullandım...

AKP’nin demokrasi dışı yollarla kapatılmasını istemiyordum, seçimle gelen seçimle gider diye düşünüyordum...

Ama yargı savaşının geldiği bu noktanın ilerde Türkiye’ye “mahsur” yaratabileceğini düşündüm ve “Hayır” dedim..."

http://haber.gazetevatan.com/Haber/328656/1/Gundem

Oysa bu iki örnekte de kullanılan kelime “mahzur” olmalıydı ...

17 Eylül 2009 Perşembe

"sivil" ne anlama geliyor?

Bakalım sözlüğe;

Sivil kelimesi dilimize Fransızca'dan girmiş..Askeri olmayan,asker olmayan,üniforma olmayan,görev anında üniforma dışında bir elbiseyle dolaşan polis ve de argoda "çıplak" anlamlarında kullanılıyor.

Peki ben durup duruken "sivil"e neden takıldım.

Tarih 17.09.2009...ATV 19.00 Akşam Bülteni...197 gündür kaçak olan bir zanlının teslim olmasıyla ilgili haberde

şöyle deniyor:".............teslim olmadan önce sivil olarak son yemeğini bu büfede yedi"..Hayır,olamaz,çünkü (sivil) kelimesinin böyle bir anlamı yok.. Sivil hiçbir zaman (serbest,özgür,tutuksuz) gibi anlamlar içermiyor...Haberciler olarak ne yapacağız? Doğru kelime kullanacağız.Nokta...

7 Eylül 2009 Pazartesi

rehin alınan kişi "rehine" mi olur?Rehine ne demek?

Aynen...
Rehin ve rehine de Arapçadan aldığımız kelimelerden. Hukuk terimi olarak (rehin) in (alacaklıya borçlu tarafından güvence olarak gösterilen taşınır veya taşınmaz değer, tutu ) anlamı varsa da biz daha çok haberlerde geçen (rehin almak ve rehine ) şeklindeki kullanımına bakalım.
Rehin almak, bir anlaşma, sözleşme veya bir isteğin yerine getirilmesini sağlamak için bir veya birkaç kişiyi zorla alıkoymak demek . Rehine veya rehineler işte bu eylemde alıkonulan kişileri tanımlıyor.
Yani rehin alınan kişi rehine oluyor.


(Rehine almak veya rehinler ) gibi kullanımlar ise külliyen yanlış...

27 Ağustos 2009 Perşembe

LPG, "lepege" diye okunur...NTV de "neteve" diye...LPG ne demek?

Bir karışıklık da kısaltmaların okunuşu sırasında yaşanıyor..LPG kısaltması gibi..
İngilizce Liquefied Petroleum Gas kelimelerinin baş harfleri LPG. Ama bu terim Türkçeye Likit Petrol Gazı olarak çevrilmiş..O nedenle artık bu kısaltmayı (elpici) diye okumanın alemi yok...LPG'yi Türkçe'de (lepege) diye okumak gerekiyor...

Bir başka LPG kısaltması daha var ki o tıbbi bir terim.LPG masaj aletini bulan Fransız mühendisin adı Louis-Paul Guitay.Sisteme de kısaca onun adının baş harfleri verilmiş.Doktorlar bu kısaltmayı (elpici) diye okumayı tercih ediyorlarmış.Tıbbi terim olduğu için bir şey diyemeyiz.

Herşeye mantıklı bir cevap bulabiliyoruz ama koskoca haber kanalımız NTV kısaltmasının günde bin kere
" entivi" diye okunmasının mantığını bilen varsa beri gelsin..

23 Ağustos 2009 Pazar

Azınlıklar "yabancı" mı?



"Başbakan Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükada'da, Türkiye'deki yabancı cemaat temsilcileri ve kanaat önderleriyle yemekte buluştu. "
Başbakan Erdoğan'ın Büyükada'daki görüşmesinin Hürriyet Gazetesi'nin 16.08.2009 tarihindeki başlığı böyle..Peki kim bu" yabancı" cemaat temsilcileri? Alman,İngiliz falan mı? Yoooo..Muhabir arkadaş Lozan Antlaşması'nda "azınlık" sayılan cemaat temsilcilerine böyle demeyi uygun bulmuş.Gazete de bu deyimde bir gariplik bulmamış ki aynen yayınlamış...İşte bu günlerde sık sık söz edilen açılım önce bu zihniyetten başlamalı...Toplantıya katılanlar:

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Devlet Bakanı Faruk Çelik, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bazı AK Partili milletvekilleri, AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu, Fener Rum Patriği Bartholomeos, Süryani Kadim Kilisesi Patrik Vekili Yusuf Sağ, Ermeni Patrikhanesi temsilcisi Başpiskopos Aram Ateşyan, Süryani Ortodoks Kilisesi Metropoliti Yusuf Çetin, İstanbul Valisi Muammer Güler, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, iş adamları Cem Hakko, İshak Alaton, Avukat Kezban Hatemi, Gazeteci Oral Çalışlar. Fenerbahçeli eski futbolcu Lefter Küçükandonyadis.
Bunlardan hangisi "yabancı" oluyor acaba ?
Referans Gazetesi'nden Mensur Akgün ne güzel yazmış:

"Belli ki Kürt sorununu çözebilmek, daha demokratik bir ülkede yaşayabilmek için sadece yasaların, anayasanın değişmesi yetmeyecek. Toplum ve siyaset üstüne bütün anlayışımızın da değişmesi gerekecek. Değişmediği, vatandaşlığın, yani yerli veya yabancı olmanın anayasadan kaynaklanan bağa ilişkin bir "hak" olduğunu anlamadığımız sürece, daha çok hatalı haberler yapar, daha çok hak ihlal ederiz. Kürt sorununu da zor çözeriz."
Not: Karikatür Şalom Gazetesi'nden...

20 Ağustos 2009 Perşembe

şefkat,müşfik,şefkatli,

şefkat ve müşfik kelimeleri de Arapça.Şefkat,sevecenlik, müşfik veya şefkatli ise sevecen demek.Şefkat kadın ismi,müşfik de erkek ismi olarak kullanılıyor..Büyük oyuncu Müşfik Kenter'i anmadan geçmek olamaz....Bu kelimeler bazen (f) harfi yerine (v) harfiyle yazılıyor ki o zaman hatanın büyüğü oluyor.Lütfen dikkat,dilimiz bu kadar özeni hak ediyor..

asgari,askeri...Askeri ne demek? Asgari ne demek?

Gene Arapçadan dilimize gelmiş iki kelime...
Asgari,en az,en düşük,en alt ,minimum anlamında bir sıfat...
Askeri ise askerle,orduyla ilgili veya ilintili demek..Her iki kelimenin sonundaki (i) sesi uzun okunuyor...
Yani "asgari ücret" ve "askeri elbise" diyeceğiz.Ses benzerliği nedeniyle karıştırmaca yok...

portre ve porte.....karıştırılan iki kelime daha...Portre ne demek? Porte nedir?

Bu iki kelime her zaman değil genellikle "mali porte" deyiminde karıştırılıyor...
Bu kelimelerin her ikisi de dilimize Fransızcadan geçmiş..
Porte:Bir işin önemi,etki alanı demek.Ekonomi terimi olarak da bir iş için gereken para tutarı .Müzikte ise notaları üstüne yazdığımız beş paralel çizgiye deniyor.
Portre ise bir kimsenin yüzünün resmi ya da bir kimse veya nesnenin sözlü veya yazılı tasviri..

Yani özetleyecek olursak ekonomik konulardan bahsederken "mali porte " diyeceğiz."Mali portre" dersek hem çam devirmiş hem de bir çuval inciri berbat etmiş oluruz...

11 Ağustos 2009 Salı

Aklınıza fikrinize zekanıza sağlık...



Sevgili gençler,herşeyde olduğu gibi protestonun da zeka fışkıranı daha bir güzel oluyor doğrusu..."Örtülü pankart" dediğim protesto fikrinize bayıldım..Önce "zararsız ve itiraz edilemeyecek " bir slogan yazıp meydana sızmışşınız,sonra da asıl pankartı açıp şok yaratmışşınız...Bu eylem, ben sizin yaşınızdayken bazı "misafir" denizcilerin üstüne su tabancasından kıpkırmızı mürekkep fışkırtmak kadar zekiceydi..Başbakan Erdoğan da bugün
'O gençleri adaba davet ediyorum' demiş..İlahi ,bundan adaplı protesto olur mu?

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Limon Ağacı ve dayanılmaz Türkçe hataları...


Kitabın adı:Limon Ağacı.Yazan Sandy Tolan.Çeviren:Engin Wang..
Bildik Filistin-İsrail ikileminde geçen öykünün konusu harika.Neredeyse gün gün bir tarihe tanıklık ediyoruz..Ama ama ama...
Kitabın daha ilk sayfalarında başlayan Türkçe hataları beni bir türlü rahat bırakmıyor ve kitapla aramda kocaman bir duvar oluşturuyor..Ve oturup ilgili yayınevine aşağıdaki mektubu yazıyorum:


" Sayın yetkili,

Limon Ağacı kitabınızı okumaktayım.Ama duraklayarak ve kelimelerin altını çizerek..Çünkü Türkçe hataları ve yazım bozuklukları akıl alır gibi değil…

Okuyup geçeyim ve bunlara boş vereyim dedim ama içim rahat etmedi.Nereden başlasam bilmiyorum ama ,takıldığım cümleleri ve kelimeleri sayfa numarasını yanına yazarak ileteyim dedim…

İngiliz kuvvetlerinin oturum (?) yerleri…(37)

Bir delege………….dikeceklerdi (özne-yüklem uyumsuz) (38)

Kalabalık…………..uğramışlardı (özne-yüklem uyumsuz) (39)

Kızların okul öğretmenleri (40)

Atlarla çekilen arabalar markete girerken….( pazaryeri olmasin) (40)

Sephardic Yahudilerin (Safarad olmasin) 65

Kırk yedi bin Bulgaristan Yahudileri ( Yahudisi demek gerekmiyor mu?) (75)

Okul öğretmenleri ..( öğretmen demek yetmiyor mu?) 78

Dört tanksavar silahlar…. (silah ) (93)

Yalınayaklı birliğin…(yalınayak) 95

İnsafsizca çok zekice saldırı …(?) 100

Zeytin ağaçlıkları (?) (Türkçe'de zeytinlik)134

Fava yardımı (?) 135

Oryantal feryatlar….137

Gamal Abdul Nasser (Cemal Abdülnasir yada kisaca Nasir diyoruz)
Fetih (186) Fatah (187)

Mohammed Heikal (Türkiye'de Muhammet Hasaneyn Heykel diye bilinir.Ünlü gazeteci.. ) 198

5 Haziran 1967 yılında (tarihinde) (199)

Umm Kulthum (Ümmü Gülsüm olmasin?) 201

Bunlar Dalia’nin İsrail ordusundaki aynı yaştakilerdi (yaşıtları) (226)

Hapishane gardiyanları (gardiyan yeterli ) (281)

İnanın takıldığım sözcükleri çizmekten yoruldum…Emeğe saygım var,çeviren arkadasın Türkçe'sinde hatalar olabilir, ama bunu redakte edecek bir editörünüz yok mu?...Kolaylıklar diliyorum…"

diye bitirmişim mektubu .Bana en dokunan şey de kitabın Elif Şafak tarafından "önerildiğinin" yazılması..Ama kitabı okurken anlıyoruz ki Elif Şafak -muhtemelen- kitabın İngilizcesini görmüş.Limon Ağacı'nın Türkçe'ye çevrilmiş halini görseydi eminim Elif Şafak bu "öneride bulunurken" bir kez daha düşünürdü...
Bir not: Geçen gün kitapçıya uğradığımda Limon Ağacı'nın yeni baskısını gördüm.Kitabın çevirmenini değiştirmişler.Ama yukardaki düzeltmeleri yapıp yapmadıklarını tabii ki anlayamadım..Yanımda bu notlar olmadığı için kontrol olanağım olmadı.Kitabı ikinci kez satın alacak halim de yok..Bir yerde inceleyebilirsem tekrar yazarım..

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Meydan Larousse Macerası 2

O zamanlar aramızdaki adı Meydan Kabus'tu...Halbuki hiç de kötü bir işyeri değildi. En azından çalışmadığımız zamanlarda çok kaliteli sohbetler edebiliyorduk..Türkiye'nin en kalitali yazar ve çevirmenlerinden bir grup oluşturuyordu yazı kadrosunu..


Rivayet edilir ki ansiklopedinin ilk çalışmaları başladığında bizim fakültedeki.Türk Dili ve Edebiyatı ile Tarih bölümlerinden bir yönetici kadrosu oluşturmuşlar..Yani sağcı hocalardan..Bunlar bir kelimeyi ele alıp "Mirim,misal mi diyelim örnek mi diyelim " diye tartışırlarken zaman geçip gidermiş.Elde yazılan bir şey yok..Sonunda Safa Kılıçlıoğlu patlamış:"Toplayın solcuları,çıkarsınlar ansiklopediyi"...Rivayet dedim ya..Ama solcular çok fazla değildi..Daha çok ortanın solu ekolünden...Tabii bizim için en birikimli solcu Selahattin Hilav'dı..


Biz karı koca iki Dev Genç'li bayağı başını ağrıtmıştık Nezihe Araz'la Hakkı Devrim'in .Devir 12 Mart devri. Her gün bir baskın,bir harekat...Sabahları biraz geciktik mi Hakkı Devrim soruyor: "Dev Genç'liler geldiler mi?"..Bu arada evlerde arama yapılıyor,biz de bazı kitaplarımızı poşete koyup,evin yanındaki arsada kuytu bir yere bırakıyoruz..Bulurlarsa kimin olduğu belli olmayacak.Bazı daha değer verdiğimiz kitapları ise birer ikişer Meydan Larousse'a taşıyoruz..12 Mart rüzgarı dinene kadar kitaplar orada kalıyor.Patronların bu kitap saklama işinden haberleri olup olmadığını bilmiyorum.Ama olduğunu sanıyorum,çünkü Hakkı Bey'in uçan kuştan haberi olurdu..
Korkunun ecele faydası yok..Bir gün Dev Genç davası açıldı...Bulunanlar bulundu bulunamayanlar aranıyor..Hem de TRT radyolarından yayınlanan duyurularla...
" Samsun'da doğma Mehmet'ten olma....."...E bu bizim Gürel Ergev..Sevgili kocam yani..Bir akşam 19.00 bülteni sırasında başladı anons..Günlerden Cuma..Tabii herkes dinliyor radyoyu, "Sayın muhbir vatandaş"lar da .Biz öyle böyle iki günü geçirdik.Gürel'in bütün derdi polise yakalanmadan askere teslim olmak.Çünkü polise yakalanmak doğrudan işkence demek..Pazartesi sabahı biraz de tedirginlik içinde işyerine ulaşıyoruz.Doğru Hakkı Bey'in odasına..Gürel,Hakkı Bey'e teslim olmaya gideceğini bildiriyor.Ve onu Meydan Larousse'un kapısından uğurluyoruz.En yakındaki askeri kuruluşa gidecek...Ben gayet sakin duruyorum .Ona ne olacak diye korkuyorum ama yiğitliğe de leke sürdürmüyorum.Nezihe Araz'ın gözleri doluyor."Ağla kızım ağla sonra daha kötü olursun" diye sevecenlikle yaklaşıyor bana..Gürel'in tesliminde bir sorun yaşanmıyor,Davutpaşa Kışlası'na konulduğu haberini alıyoruz.Ben haftada bir ziyaretine gidiyorum.20 gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest kalıyor..Ve yeniden işe başlıyor.Ay başında maaş alırken doğal olarak 20 günlük ücretinin kesilmesini bekliyoruz.Ama hayır,muhasebeden maaşını tam olarak veriyorlar..O zaman ikimiz de " Büyüksün Hakkı Devrim" diyoruz...
Meydan Larousse'un tek teröristi Gürel değil tabii.Sevgili Vedat Günyol abimiz de örgütçülükten uzun bir süre hapiste kalıyor..Ve biz şefimiz Berke Vardar kanalıyla onun hapishane günlerine ilişkin bilgiler alıyoruz.Hakkı Bey ve Nezihe Hanım ona da büyük bir kadirbilirlikle sahip çıkıyorlar..Öyle ki maaşını doğrudan verirsek belki kabul etmez diye Vedat Bey'e çevrilecek metinler gönderiyorlar.O da cezaevinde onları çevirip iade ediyor. Böylece Vedat Günyol'un maaşının ödenmesinin onu incitmeyecek yöntemi bulunmuş oluyor..
Ve Berke Vardar..Onu tek kelimeyle anlatmak istesek herhalde "karizmatik" kelimesini kullanmak gerekirdi..Bir tarafıyla iyi Fransızca bilen, Türkiye'de dilbilim eğitiminin öncülüğünü yapan,Bülent Ecevit hayranı, bizi aşırı solcu bulan, bizim de fazla ılımlı bulduğumuz, bir tarafıyla Şişli sokaklarından aşina olduğu bir bıçkınlık taşıyan, bir tarafıyla babası Galip Vardar'dan miras tarih bilgisi, kitap düşkünü sevgili şefimiz..Onunla üç yılı aşan bir zaman içinde ekip çalışması yaptık..Her zaman ciddi,elinde Petit Larousse devamlı sigara içen sevgili Berke Bey'i de çok genç yaşta kaybettik.Büyükada'daki evlerinden söz ederdi bazen . Almanya'da opera eğitimi gören kızkardeşinin ses açma çalışmalarından şaka yollu şikayet ederdi..Yıllar sonra o kızkardeşin adının Yekta Kara olduğunu öğrenmiştim....

28 Temmuz 2009 Salı

Meydan Larousse Macerası 1. Nezihe Araz'ın ardından......

Yıl 1970 Mart...Okulu bitirip iş aramaya başlamışım.Babıali Caddesi'nde daha önce bazı sınıf arkadaşlarımın işe başladığı Meydan Larousse Ansiklopedisi ilk duraklarımdan biri.Konur Ertop'la tanışıyoruz..Ona gidiyorum.O da beni hemen yan masadaki Nezihe Araz'la tanıştırıyor.Nezihe hanım'ın adını duymuşum ama hakkında fazlaca bilgim yok.Tane tane konuşan değişik bir ses tonu olan bir Hanım...Bana bir kaç soru soruyor...Sonra da "yan odada biraz bekleyin " diyor.Yan oda birkaç sınıf arkadaşımın da içinde bulunduğu kocaman bir salon...Ben bu arada arkadaşlarımla sohbetteyim.Az sonra çağırtıyor beni.O arada beni Fakülte'deki hocalarımdan soruşturduğunu öğreniyorum sonradan."Tamam Birgülcüğüm"diyor,"Ne zaman başlarsın?" Şaşırıyorum,seviniyorum...Bir hafta izin istiyorum kendisinden.Okulu bitirdim ya hem bunu bildirmek hem de artık İstanbul'da kalacağımı evdekilere anlatmak için Muğla'ya gidiyorum..
İşte "Z" harfine gelinip yayını bitene kadar çalışacağım Meydan Larousse maceram böyle başlıyor.Sanıyorum ilk gün bir de Hakkı Bey'le (Devrim) görüşüyorum.."Sanıyorum" dememek lazım Hakkı Bey'le muhakkak görüşmüşümdür.Çünkü Nezihe Hanım'ın en belirgin özelliklerinden biri Hakkı Bey'e çok sık danışmasıydı.Hatta birgün ona neden araba kullanmadığını sormuştuk da "Hakkı Bey kullanamazsın diyor" diye cevap vermişti..
Meydan Larousse binası ilk Cumhuriyet Gazetesi binasının hemen karşısında Sultanhamam yönünde biraz daha aşağısında eski oturaklı bir binaydı..Sanırım eski Yeni Sabah gazetesinin binasıymış.....
Kapıdan girince bizi sürekli Sızıntı gazetesi okuyan bir görevli karşılardı.Alt katta,fotoğrafhane,arşiv gibi servisler vardı.Üst kata çıkınca tam karşıdaki büyük salon bizim yani "lugat" ve "telif" servislerinin bulunduğu yerdi.Lugat Servisi şefimiz karizmatik Berke Vardar.Telif servisindeki ünlü, İsmet Zeki Eyüboğlu abimiz...Salon kapısının sağındaki odada Konur Ertop,Nezihe Araz ve o zamanlar hiç tanınmayan Oğuz Atay çalışırdı.Salona girmeden soldaki oda ise Selahattin Hilav,Oktay Akbal ve Nezihe Topuz'un odasıydı.Devam edip bir kat daha çıkarsanız karşınıza gelen büyük salon Adnan Benk başkanlığındaki " Tercüme Servisi'nin konuşlandığı yerdi.Buradan hatırlayabildiklerim Vedat Günyol,Ece Ayhan,Keyise İdalı,Silva Tüccaryan,Hilmi Yavuz,Faik Baysal,Babür Kuzucu...Hemen bu salonun bitişiğinde camlı bir bölmeyle ayrılan odada Hakkı Devrim tüm otoritesiyle otururdu..Nezihe Hanım'la o zaman yalnızca yazdıklarımızla ilgili konularda görüşürdük..Hakkı Bey ise müessesenin tek idarecisi gibiydi..Tüm yetkiler ondaydı.Bütün ansiklopedi maddelerine en son o baktığı gibi tüm parasal işlerde ve idarede son söz yine ondaydı.Onun odasından ileri doğru devam ederseniz düzeltme ve muhasebe servisleri karşınıza çıkardı.Düzeltme servisinde çalışanlardan biri de sonradan yazı çizi işine başlayıp bizi hayli şaşırtacak Hulki Aktunç'tu...
O koridorda sağdaki odaya girerseniz -hayır giremezsiniz-..Evet o odaya daha doğrusu daireye girmek mümkün değildi..Çünkü orası patronlar patronu Safa Kılıçlıoğlu'nun ikametgahıydı..Bilerek ikametgah kelimesini kullanıyorum, orada Safa Bey sabahtan akşama kadar yaşardı.Onun emrine verilmiş -Beyaz Rus oldukları -söylenen bir karıkoca vardı.Onlar gün içinde Safa Bey'in hizmetini görür,yalnız ve yalnızca kendileri ve Safa Bey'in yiyeceği öğle yemeğini yaparlardı..İçerde de -hiçbir zaman göremedik- Safa Beyin çalışma odası ,dinlenme odası bulunurdu..Safa Bey, Nezihe Hanım ve Hakkı Bey'le birlikte Ansiklopedinin üç ortağından biriydi ve söylendiğine göre en büyük ortağıydı...Ama günlük işlere hiç karışmaz,dairesinden de pek çıkmazdı..Safa Bey bir kere bizim salona inmişti,o da İstanbul'daki kolera salgınında iş yerine aşı yapmaya gelen hemşireyi denetlemek için..Hepimizin aşılanıp aşılanmadığını iyice kontrol etmişti..
İşyeri adeta bir forum..Her an Türkiye'nin önde gelen yazarları ve çevirmenleriyle içiçeyiz.Biz Berke Vardar şefliğinde küçük bir grup sözlük maddelerini yazıyoruz..Ve inanılmaz iddialıyız...Her sözlük maddesini önce birimiz yazıyor,sonra Berke Bey okuyor,sonra da birlikte tartışıyoruz...Meydan Larousse Lugat ve Ansiklopedisi adı üstünde aynı zamanda sözlük ..Ve o güne kadar yapılmış en kapsamlı Türkçe Osmanlıca sözlüğü yapıyoruz....O tarihe kadar yayınlanmış tüm Türkçe-Osmanlıca sözlükler masamızda.Kamusu Türki'den Keresteciyan Sözlüğüne kadar.Türkiye'de ilk etimolojik sözlük Bedros Keresteciyan'ın...Sözlüğümüzde kelimelerin etimolojisi yanında her anlama uygun örnek cümleler de var.Bu örnek cümleler daha önceden kesilip kelimeyle ilgili zarflara yerleştirilmiş.Bunlar ünlü Türk yazarlarının kitaplarından kesilmiş.Yahya Kemal,Kemal Tahir,Halid Ziya..vb .Ama Nazım Hikmet yok..Bu benim kanıma dokunuyor.Türkçeyi bu kadar güzel kullanan üstelik devrimci bir şairin dizeleri sözlükte örnek cümle olarak nasıl yer almaz? Bunu kendime iş ediniyorum..Yazdığım maddelerden uygun olanı çıktığında o kelimenin geçtiği bir Nazım Hikmet şiirinden bir iki dizeyi örnek olarak ekliyorum.Berke Bey'in bunlarla bir sorunu yok..Kelime ve cümle doğru olsun tamam..Parafını atıyor..Peki son okuyucu.?.Maddeler en son Hakkı Devrim'in önüne gidiyor...Ve Hakkı Bey üşenmeden yazdığım her Nazım dizesinin üstüne bir çizik atıyor..Ben yazıyorum,o çiziyor,ben yazıyorum o çiziyor...Hakkı Bey bu hakkını bir kez kullanmıyor. ya da dalgınlığına geliyor... Ve ben yalnız savaşçı, koskoca sözlüğe Nazım'dan sadece iki dize sokabiliyorum.."Mavi Gözlü Dev" şiirinden iki dize.
Nezihe Araz'a gelince o yılların deneyimli gazetecisi,bir ara Behice Boran'la beraber üniversitede çalıştığını duymuşuz,ama gene de yadırgıyorum onu..Evliya mevliya hikayeleri yazmış ya biraz uzak duruyorum.Henüz hoşgörüyü pek fazla banimsemediğimiz yıllar. Önyargılarım muhteşem..
Bir gün Nezihe Hanım işyerinden bir grubu evinde yemeğe çağırıyor..Ben de davetliler arasındayım ama canım pek gitmek istemiyor..Arkadaşlar yemeyip içmeyip bunu ona yetiştiriyorlar..Nezihe Hanım bütün inceliğiyle beni bir kez de kendisi davet ediyor..Artık kaçış yok..Nezihe Hanımın Arnavutköy'de sahil yolundaki dairesinde toplanıyoruz...Yemekler de muhteşem içkiler de sohbet de.Bizlere gazetecilik yıllarında Anadolu'ya yaptığı yolculukları anlatıyor,Anadolu kadının giyimiyle ilgili topladığı örnekleri gösteriyor...Kitaplarının adına bakarak bağnaz zannettiğim Nezihe Hanım önyargılarımı yıkıveriyor.Nezihe Hanım tarikat ehli ama son derece uygar görüşlü ve hümanist bir insan olarak yer etmiş hafızamda..

22 Temmuz 2009 Çarşamba

jüri nedir,ne değildir?

Jüri dilimize Fransızca'dan gelmiş bir kelime..Seçiçiler kurulu,bir karara ya da sonuca varmak için oluşturulmuş ehil kişilerin bulunduğu topluluğun adı.Ayrıca bazı yabancı filmlerde gördüğümüz mahkemede karar veren hakem heyetinin de adı..
Peki biz durup dururken bu kelimeye neden taktık? Şu nedenle: Televizyonlarda son zamanlarda sıkça gördüğümüz yetenek,şarkı,dans vb yarışma programlarında doğal olarak bir jüri yer alıyor.İşte bu jüriden bahseden sunucularımızın çoğu (hatta%99'u) jüriyi bir heyet olarak algılamayıp tek tek jüri üyelerine "jüri" diye hitap ediyorlar
Benim dünya şekeri sunucu kardeşlerim ; jüri kelimesi bir grubu ifade eder,eğer bu gruptaki tek bir kişiden sözediyorsanız ona "jüri" değil "jüri üyesi" diyeceksiniz....Yani bilmem kim ultrastarımız "konuk jürimiz" değildir, "konuk jüri üyesidir". Ayrıca "jürilik"diye bir kelime yoktur ona "jüri üyeliği" denir.nokta..

 27.08.09 tarihli Haberturk gazetesi 2.sayfa..."Fazla para muhabbeti yapımcıları usandırdı.Tiyatrocu Zeki Alasya,bölüm başına 10 bin TL aldığı "İlle de Roman Olsun" adlı yarışma programından "jürilikten parasını alamadığı gerekçesiyle çıkartıldı.." Haberin dili bir yana başlıktaki yoruma ne dersiniz?
 Tesadüfen Haberturk gazetesinden bir örnek daha:20.11.2009 tarihli Magazin ekinden bir başlık:
"Sürpriz jüri: Hülya Avşar."
Örnek örnek üstüne.Bir tane de Milliyet gazetesinden.
"Çağla Şıkel jüri oluyor"
http://magazin.milliyet.com.tr/cagla-sikel-juri-oluyor/magazin/magazindetay/28.08.2012/1587680/default.htm
Son örnek Hürriyet gazetesinden (15.08.2014) Cengiz Semercioğlu,Meryem Uzerli'ye götürülen bir teklifle ilgili olarak şöyle diyor:
"Yetenek Sizsiniz'e jüri yapmak için özel uçağına atlayıp...."
Hepsine birden:"Aferin"...

17 Temmuz 2009 Cuma

"Daha neler!" ödülleri...

Ödüllerimizin ilki 17.07.2009 tarihli HaberTurk gazetesine:

Magazin ekinin son sayfasındaki " Korsancı Brad" manşeti her türlü takdirin üstünde..Artık yepyeni bir kelimemiz var: Korsancı...Bundan sonra haberlerde artık şöyle cümlelerle karşılaşabiliriz: Hava korsancıları,Aden'deki Somalili korsancılar.Arkadaşlar korsan İtalyanca'dan dilimize girmiş bir kelime.Hem isim hem sıfat olarak kullanılıyor.Ama -cı ekiyle meslek eki yapmaya gerek yok.Çünkü kelime zaten korsanlık işini yapan kimse demek..Ama korsan kitap,korsan kaset deyişlerinde bir sorun yok...

İkinci ödülümüz "Çinli askerlerden çekinen Uygurlular suskun"başlıklı haberiyle 16.07.2009 tarihli Sabah gazetesine...Sabah,İnternet gazetesinde yeralan haberinde son günlerde bazı TV kanallarının yaptığı hataya katılmış..Söylemeye bile gerek yok.Kelime Uygur..Hem isim hem sıfat olarak kullanılıyor...

Bir ödülümüz de birkaç ay önce Show TV'de yayınlanan bir haberin muhabirine..19.12.2008'de yayınlanan akşam bülteninde Ankara'daki bir hırsızlık haberini nakleden muhabir bomba kelimeyi patlatıyor:Çilingirci...Çilingir kelimesi dilimize Farsça'dan girmiş ve bu yalın haliyle kullanmak mesleği de kapsıyor aslında..

Kanal D muhabiri Kurban bayramı sırasında Mekke'den haber geçiyor.Kullandığı kelime Mezbahane..Yok daha neler demeyip de ne diyeceksiniz...Eee mezbaha ,kesimevi ,kanara sözlüklerde var...Ama mezbahane yok... Kusura bakmayın...

Dilimizde varolan kelimelerin yanlış yazıldığı,yanlış söylendiği görülüyor..Zaman zaman "gözden kaçmış" olarak değerlendiriliyor..Ama dilimizde hiç olmayan kelimelerin uydurulmasına diyecek birşey yok...Türkçesi doğru olmayan muhabirin haberinin doğruluğundan kuşku duymaz mısınız?

16 Temmuz 2009 Perşembe

Yabancı yer adları ve etnik sıfatlarda karışıklık...

Basında olabilecek dil yanlışları yalnız yazarların değil aynı zamanda editörlerin ve yayın kuruluşunun yanlışıdır..Eğer editörünüz uyanmazsa Ekvator'la Ekvador'u karıştırabilir ,Yeni Zelanda ile Venezuela'yı iki (L) ile yazabilir (*),"Paris'te göstericiler döviz ve pankartlarla yürüdü" der çamları devirirsiniz..Hebercilikte biliyorum diye havalanmamak gerekir,bilmediğini sormak gerekir.Haberin en önemli kuralı olan doğruluk tabii ki dil için de geçerli.Haberinizde geçen yanlış bir kelime yada söyleyiş size olan güveni sarsar.
Romanya'dan gelen bir kişiden söz ediyorsak Rumen dememiz gerekir,roman değil.Roman (Roma'yla ilgili )demektir.Romen rakamı gibi.Polonyalıların kullandığı dil Lehçe'dir, çünkü ülkenin bizim dilimizdeki eski adı Lehistan'dır.Hindistan'da yaşayanlara Hintli denir,bir Türk boyu olan Uygurlara adı üstünda Uygur denir,son günlerde Çin'deki olaylar nedeniyle bazı TV spikerlerinin dediği gibi asla (Uygurlu) denebilemez...Türkmenistan'ın başkenti Aşkabad 'daki son iki A harfi aynen sadabad'daki abad gibi uzun olarak telaffuz .Kırgızistan'daki Celalabad kentiyle Pakistan'ın başkenti İslamabad da aynı şekilde okunur.. Pakistan ve Tacikistan'daki A harfleri uzun okunur,Yemen'in başkenti San'a diye yazılır,aynı kıt'a kelimesi gibi okunur, yağ markası gibi söylenmez(**) ,sonunda iki A harfi de olamaz..Suriye'nin başkenti Şam'a gittiğinizde havaalanı tabelasına bakıp "Sayın izleyiciler şu anda Damascus havaalanındayız" denmez,çünkü o kentin bizdeki adı Şam'dır...

(*) "2009'un Kainat Güzeli Venezüellalı" 24.08.2009 tarihli Akşam Gazetesi'nden bir haber başlığı...

(**) Bu maddeyi aylar once yazmıştım.Bu örnek 18.Mayıs.2010 tarihli.

"Sabah Aden'de cehennem sıcağını, öğleden sonra Taiz'de otobüsün camlarını kırarcasına yağan doluyu, akşam ise başkent Sanaa'da kazağın üzerine ceket giyilecek soğuğu gördüm"....." Bir de başkent Sanaa'da zamanı durduran 'Bab'ül Yemen' yani Yemen kapısından girilen 'eski şehir'"
http://www.aksam.com.tr/2010/05/18/yazar/17484/nagehan_alci/yemen_welcome_to_the_jungle___*_.html

Cansiparane (siper) den mi gelir?Cansiperane ne demek? Böyle bir kelime yok..

Asla.Yazılışında da söylenişinde de hep hata yapılan cansiparane ile siperin bir ilgisi yoktur.Farsça bir bileşik kelime olan cansiparane (canını verircesine,kendini feda edercesine) anlamına gelir .Zaten dikkat ederseniz kelimenin yazımında (siper) değil (sipar) olduğunu görürsünüz..Kelimedeki son iki A sesinin uzun okunması gerektiğini hatırlatalım..
http://www.aksam.com.tr/2009/11/21/yazar/15230/serdar_turgut/parti_gununde_korku_ve_dehset.html

adresini tıklayınca çıkan yazıda aşağıdaki cümleler de dikkati çekiyor:

" Hayatını koymuştu ortaya ve cansiperane mücadele veriyordu. Benim her birisi kendi boyunun yaklaşık yüz bin misli filan büyük olan iki kangalım olduğunu umarım biliyordu. "
Ne diyelim ki! Sen de mi Serdar Turgut?

Bir örnek daha:
NTV’deki “Günlerin Getirdiği” programındaydık, konumuzsa tabii ki Ekşi Sözlük’tü.
Nasıl oldu bilmiyorum, birden kendimi sözlüğü cansiperane bir şekilde savunurken buldum."

Kelebek yazarı Tuna Kiremitçi'ye ait bu satırlar..http://www.hurriyet.com.tr/magazin/yazarlar/15001470.asp?yazarid=365&gid=225

Ve işte güzel bir gelişme.Sabah'ın genç yazarı Ayşe Özyılmazel,bu ayrıntıyı farketmiş.Vallahi kutluyorum.
Şöyle yazmış Ayşe Özyılmazel:
"Cansiparane
Bazı kelimelerde böyle olabiliyor. Günlük hayatta kullanılan şekliyle hafızalarda yer ediyor. Yanlışı, doğru kabul edilebiliyor.
Seviyorum kelimeleri, çok işime yarıyorlar özellikle yazarken. Konuşurken uçup gidiyorlar aklımdan. Yazarken parmaklarım havada kapıveriyor onları, hiç şansları yok, kaçamazlar benden.
Neyse... Pazar günkü SABAH ikinci sayfa yazımda özellikle 'cansiparane' olarak itinayla yazdığım kelimeme sabah bir baktım ki 'cansiperane'ye dönüşmüş.
Bayramın ilk günü bastım çığlığı "Hayıııırrrr orda 'e' olmayacaktı, nereden çıktı bu 'e' siparane olacaktı."
Belli ki gazetemizin sevgili editörleri de 'cansiperane' biliyorlar, cansiparane'yi.
Beni düzeltmiş oldular ama yanlışlarından haberleri yok!
Artık olsun, doğrusu; 'cansiparane'. Ona göre. Bundan sonra dikkat. Çok mu önemli. E evet önemli. Yani benim için. Herkesin takıntısı kendine değil mi ama... "
http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/ozyilmazel/2012/08/21/cansiparane
Hürriyet gazetesinde ise deneyimli bir kalem,Yalçın Bayer hatalı olanı kullanmış.Tarih 20.07.2014.Sonuç aşağıda:
Bir örnek de aynı gazete yazarı Akif Beki'den.O da yanlış kullanmış kelimeyi;

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Nedir bu kelimelerden çektiğimiz!

Cami mi,camisi mi,camii mi,mısra ne mısraı ne,mevkii mi,mevkisi mi? Bu tür kelimelerin yazımında ve söylenişinde çoklukla sorun yaşıyoruz..Mevzi,mevzu,bayi,mısra,inşa,sanayi,mezra diğer bazı örnekler..Burada sorun hepsi arapça olan bu kelimelerin sonunda bulunan ayın veya hemze denen bir harfin söylenişinden kaynaklanıyor...Anlatması uzun ama çözümü çok basit olan bu konuya dalalım..
.İşte bu ayın harfi Arap alfabesiyle yazılan bu kelimelerde gayet rahat görünüyor,ama söylenirken yokmuş gibi oluyor..Yani tüm bu kelimelerin sonunda aslında bir sessiz (ünsüz) harf var.Ama okunmuyor.O zaman ne oluyor bu kelimelere ek getirirken sorun yaşanıyor.Peki bu sorunu nasıl aşacağız? Herkese "-Osmanlıca okuyup yazma öğrenin " diyemiyeceğimize göre çözüm şöyle...
a) Bu kelimeler yalın haldeyken hiçbir sorun yok..cami,mısra,mevki,mevzi,mevzu,bayi,mısra,inşa,sanayi ,merci diyeceğiz ve yazacağız.Yani sonuna herhangi başka harf getirmek yok.Ama yalın haldeyken...
b) Bu kelimelerle sıfat tamlaması yapılırken de gene sorun yok.Aynen yalın haldeki gibi Büyük Cami,Ulu Cami,Küçük Sanayi Sitesi,Güzel Mısra,Ana Bayi vb vb
c) Gelelim çetrefil konuya.Eğer bu kelimelerle İsim tamlaması yapıyorsak bu kelimelerin sonuna -i,-ı,-u,-ü
getireceğiz.Süleymaniye Camii,Sakarya mevzii,Beyaz Eşya Bayii,Otomotiv Sanayii.. gibi.
Biraz karışık gibi ama ne yapalım dilimizde bu kelimeler var ve bunları doğru kullanmak zorundayız.O güzelim camilerin adına bundan sonra dikkatlice bakın birçok cami levhasında yanlışlık olduğunu görürsünüz.Ya da hangi (bayi) tabelasında doğru yazım bulacağım diye boşuna ararsınız..Hele basın mensuplarının bu kelimeleri yazarken ya da sevgili spikerlerimizin okurken biraz daha özen göstermeleri gerekiyor..
Doğru Türkçe ile yazmadığımız bir haberin inandırıcı olması mümkün mü?
Tabii burada bu eki ( -si,-sı) olarak yazalım diyenler çıkacaktır ..Dilde zamanla bazı kelimelerde dönüşüm yaşanıyor.Ama bu kelimelerde henüz o aşamada değiliz..Öyle olsaydı (Şüyuu vukuundan beterdir) deyimini
(Şuyusu vukusu ) diye söylerdik ve çam devirirdik..
İşte taze bir örnek.Bu yazıyı yazarken Haber Turk gazetesinde (15.07.2009) Babil Kralı Nabukadnezar'dan sözeden bir yazıda (Eşi için Babil'in asma bahçelerini inşaa ettirdi) deniyor.Oysa kelime sadece (inşa) olarak yazılmalıydı.
Ayrıca bir çözüm daha var...İnşa etmek yerine Türkçe (yapmak) kelimesi ne güne duruyor? Diğer bazı kelimeler için de aynı çözüm var..Bu resimde de kelimenin doğru yazılışı;inşa olacaktı.


http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=12881804&tarih=2009-11-07
Ayşe Arman'ın bir yazısı var bu adreste.Ve bir cümle:"Hala muktedir,hala karar merci " Oysa (mercii) demek gerekiyordu tabii.
Tekrar edelim:cami,mısra,mevki,mevzi,mevzu,bayi,mısra,inşa,sanayi ,merci gibi  kelimeleriyalın haldeyken sonlarında tek sesli harf bulunuyor....  

 

Halid Ziya Uşaklıgil'in kemiklerini sızlatmak...Halid veya Halit nasıl telaffuz edilir?

Özel bir kanalımızda ilgiyle izlenen bir dizi var.Halid Ziya Uşaklıgil'in ünlü romanından uyarlanmış;Aşk-ı Memnu.Bu dizinin tanıtımlarında aylardır aynı hata yapılıyor. Bu hata Halid kelimesinin söylenişiyle ilgili.Kelime sanki (panik) kelimesini okur gibi ( onda da aynı yerde aynı sesli harfler var) A sesi kısa olarak telaffuz ediliyor..Ve rahmetli yazarın kemikleri sızlıyor.Halbuki eski söylenişi Halid olan ama artık günümüzde (T) harfiyle söylenip yazılan kelimede A sesi uzun okunmalıdır.Tıpkı Cahit,Galip,Talip,Hamit isimlerinde, şair,fatih,katip gibi Arapça'dan gelen diğer sözcüklerde olduğu gibi.....

Halid Ziya Uşaklıgil'in kemiklerini sızlatmak üzerine bir yazı da Engin Ardıç'tan:
http://sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2010/05/03/saygisizlar

Ahi kelimesi nasıl okunur?

Ahi Arapça bir kelime.Bizde Selçuklular zamanından beri kullanılıyor.Bir tür esnaf tanımlaması..Ama her sene Ahilik Haftası geldi mi olanlar oluyor.Çünkü sevgili büyüklerimiz orada konuşma yapınca haber oluyor.Haber olunca da bazı spikerlerimiz kendilerinden gayet emin telaffuz ediyorlar kelimeyi,ama yanlış olarak.Bu kelimede A harfi değil İ harfi uzun okunacak.Tıpkı gene Arapça bir kelime olan ve çocuk anlamına gelen Sabi kelimesindeki uzun söylememiz gereken İ harfi gibi:..

Râkım kelimesi nasıl okunur?



Râkım Arapça bir sözcük.Bir yerin deniz seviyesinden yüksekliğini tanımlıyor.(Tabii eğer Lut Gölü'nde değilseniz.) .Bütün şehirlerimize girerken gördüğümüz tabelalarda bu kelimeyle karşılaşırız.Bilenler biliyor ama merak edenler için söyleyelim.Bu kelimedeki A sesi uzun okunuyor.Yani barmene seslenmek için kullandığınız "Bana rakımı verir misin?" cümlesindeki gibi okumayacaksınız bu kelimeyi.Çünki bu kelimenin ikinci harfi olan A mertek gibi bir eliftir.Bu da onun uzun okunacağı anlamına gelir.
Dedik ama dinleyen kim? Cengiz Semercioğlu Hürriyet gazetesinde yazmış:"Haluk Bilginer de bunu yaparsa"Neymiş Haluk Bilginer râkım kelimesini yanlış söylüyormuş.Neyse ki bir kaç gün sonra hatasını anladı ve râkım kelimesindeki a sesinin uzun okunacağını kabul etti.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

infaz ..ne demek?

infaz.....انفاذ      Arapça bir kelime.Sözlük anlamıyla (verilen bir hükmün uygulanması,yerine getirilmesi ,icra edilmesi) demek.Ama (öldürmek,katletmek) diye bir anlamı yok. Yani mahkum infaz edildi denmez,infaz edilen,yani uygulanan onun cezasıdır."Adam sokakta infaz edildi" deyip yanlış yapacağınıza " öldürüldü " deyin olsun bitsin..Yani cezaevlerindeki infaz koruma memurları cezanın uygulanmasını denetler, kimseyi öldürmezler..Ama " yargısız infaz" deyiminde bence bir yanlışlık yok...
Yanlış kullanmaya bir örnek..05.09.2009 Show TV Akşam bülteni..Marmaris'ten bir cinayet haberini okuyor spiker.Altta bir kuşak yazısı:"Otomobilde infaz: 2 ölü" Olmuyor tabii, " Otomobilde cinayet" deseler( kıyamet mi kopar!)
Bir örnek de 13.11.2014 tarihli Hürriyet gazetesinden.Selahattin Duman,Türkçe'yi ele aldığı yazısında "Türkçe çoktan infaz edildi" demiş ki iyi olmamış.Başta (katledildi) olmak üzere başka bir kelimeyle de meramını anlatabilirdi...

Eşkal mi Eşgal mi?


Medyada özellikle polisiye haberlerde çok kullanılan bir kelime...Arapça (Eşkal) kelimesi ( şekil) kökünden türemiş.O nedenle bariz biçimde (k) ile yazılıyor. اشكالYani (eşgal) şeklinde yazılışı tamamen yanlış...Kelime zaten çoğul olduğu için ayrıca çoğul eki alamaz.



Sen de mi Latif Demirci?....
Yukarıdaki karikatür 7.Ekim.2009 tarihli Hürriyet Gazetesi'nden..
Karikatürlerdeki yazılar dil kurallarından muaf değil tabii ki..
 



26.06.2010 Bir TV haberi...
Muhabirler iyi Türkçe bilmezse olacağı budur.Onların yazdığı (kuşak yazıları)ndaki yanlışlar olduğu gibi ekrana çıkar.Yayın ekibinde bu yanlışı farkeden bir uyanık çıkmazsa,ben fotoğraf makinasını bulup,çıkarıp,açıp,deklanşöre basıncaya kadar ekranda öylece kalır.Eşkal kelimesinin yanlış yazıldığı yetmezmiş gibi bir de (iki) sıfatıyla tamlama yapılmış.Aklıma mukayyet ol Allahım!

http://haber.gazetevatan.com/dun-hirsizlik-olayi-icin-gittigim-mahkemede-yasadiklarim/385256/4/Yazarlar/136
Reha Muhtar diyor ki:
- “Ben zaten adamın eşgalini falan hatırlamıyorum ki?..”

Taliban kelimesi nasıl okunmalı?طالبان

Taliban kelimesi nasıl okunmalı?

Hani ünlü radikal İslami grubun adı..Medyada çok kullanılan bu isim (A) seslerinin okunuşu açısından sorun çıkarıyor..Kelime arapça talip (öğrenci) kelimesinin farsça çoğul yapılmış hali.. Kelimedeki her iki (A) sesinin de uzun okunması gerekiyor.Arap alfabesini bilenler için söyleyelim.Buralarda elif var.طالبان
.Böyle durumlarda yapısı aynı olan bir örneği vermek daha kolay anlaşılmasını sağlıyor.Zabitan kelimesi de aynı kuralla yapılmış..Yani taliban da zabitan gibi okunacak...Kelime talebe ile aynı kökten geliyor,ama (telebe) nin tüm ünlüleri kısa olduğu halde (taliban) da (A) lar uzun (i) ise kısa okunacak.Ne yapalım kurallar böyle...Bu yanlış okuma biraz da batı dillerinden çevirisi yapılan Talibanla ilgili haberler nedeniyle onların yazım
biçimlerinden etkilenilmesinden kaynaklanıyor.Ama Osmanlıca nedeniyle bu kelime zaten bizim dilimizde var...

12 Temmuz 2009 Pazar

Benim derdim ne?

Muradım orada burada gördüklerimi, gözüme çarpanları ,gözüme batanları,gözden kaçanları, gözüme girenleri, Türkçe yazım ve söyleyiş detaylarını,habercilik hatalarını,sevaplarını yazıvermek...
Kimseyi kırmak,aşağılamak yok...
Eleştirilerin zekice ve efendice yapılanları kabulüm..
Saygılar...

gammaz.gammazcı.gammaz mı gammazcı mı?

Tüm Osmanlıca sözlüklere göre kelime Arapça ve (gammaz)... Eğer Ertuğrul Özkök'e bakarsak bütün sözlüklerin yanıldığını göreceğiz..
Sözlükler koskoca Genel Yayın Yönetmeni'nden iyi bilecek değiller ya..
Buyrun biraz gezelim;
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=12018052&tarih=2009-07-07
Kısaca özetleyeyim:
Gazetede başlık (Gammazcı ve gammazlanan ) idi.Ancak Hürriyet'in internet sitesinde (Gammaz ve gammazlanan ) diye düzeltilmiş..Ama yazının son satırları gözden kaçmış..
"Çünkü, hayat ve zaman, gammazcıdan daha adildir."Ertuğrul Özkök ertesi günkü yazısında hatayı tekrar ediyor...
Ve "gammazcılık" diye sözlüklerde varolmayan bir kelime kullanıyor..
Eğer bu mantıkla gidersek bakkalcı,manavcı,berberci falan da diyebilirsiniz..
Bütün gazeteciler hata yapabilir,bu gayet normal..
Benim anlamadığım Hürriyet editörlerinin Özkök'ün yazılarını gözden geçirme hakları yok mu?
Çünki herhangi bir yayın kuruluşunda (şeyhülmuharririn) bile olsanız yazılarınız içerik ve dil denetiminden geçmelidir.Yayıncılıkta hata ancak böyle önlenebilir..

Aynı yazardan bir örnek daha.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22816571.asp
"Sakın bazı gammmazcı meslektaşlarım gibi,bu fotoğrafı muhafazakar iktidara,patrona gammazladığımı sanmayın"
Özkök bir gün bu kelimenin doğrusunu kullanırsa dişimi kıracağım..
26.11.2013.
Dişimi kurtardım sayılır...
Bir örnek daha ve yine Özkök'ten."...ihbar üstüne ihbar yağdıran gammazcı arkadaş"diye yazıyor..
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/
Özkök böyle yazmaya devam etsin,ben de dişimi kurtarayım...