Hoş geldiniz!

Benim derdim ne?

Muradım orada burada gördüklerimi, gözüme çarpanları ,gözüme batanları,gözden kaçanları, gözüme girenleri, özellikle basındaki Türkçe yazım ve söyleyiş detaylarını,habercilik hatalarını,sevaplarını yazıvermek...

Kimseyi kırmak,aşağılamak yok...

Eleştirilerin zekice ve efendice yapılanları kabulüm..

Saygılar...








Birgül Ergev etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Birgül Ergev etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2025 Pazartesi

İvo Andric, Tito, Belgrad

 "Bir devleti veya yönetimi tanımak ve istikbalinin ne olduğunu bilmek istersen o ülkede kaç tane namuslu, masum insanın hapiste olduğuna ve kaç suçlu ve kötünün serbest dolaştığına bakmak yeterli." 


Valla ben demedim, İvo Andrić demiş Lanetli Avlu kitabında. Cezaevi lanetiyle baş etmek için öyküler mi gerekir? Kitap bunu anlatıyor.

2023 yazında Belgrad'da müze haline getirilen evini ziyaret ettikten sonra İvo Andrić kitaplarına daldım. Müzede yazarın bir tane bile Türkçeye çevrilmiş eseri yoktu, ona yandım.Türkiye'deki yayıncılar akıl edip bir kitap yollamamışlar. Önce Hanımefendi romanını okudum. Kitap bir takıntının peşinde yitip giden bir hayatı anlatıyor. Bugün de Lanetli Avlu'yu bitirdim. Bunlar gündüzleri okuduklarım. Ömer Paşa romanını geceleri okudum.Namı bugüne kadar gelen ilginç bir kişilik. İvo Andrić'in kitaplarındaki Osmanlı tarihi bilgisi hep ilgimi çekmişti. Meğer yazarın Osmanlı tarihi üzerine doktorası varmış. Eski Yugoslavya topraklarında Nobel alan tek yazar olan Andrić , devlet Başkanı Tito'nun da değerini bildiği biriymiş. 

Belgrad, konum olarak  Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği yerde kurulmuş. Nehir kıyısı da iyi düzenlenmiş. Konut istilası yok. Sadece yeşillikler,kafeler ve yürüyüş ve bisiklet yolları. Belgrad'da önce ve elbette ilk olarak  Tito'nun mozolesi



gezildi. Nikola Tesla müzesini yoğunluktan göremedik. Üç  kere denedik olmadı. Ama Modern Sanatlar Müzesi'ni hatmettik. Yeniçerilerin ruhlarının gezindiği müthiş Kalemeydan parkı yürü yürü bitmedi, mini trene binildi , Bayraklı Cami görüldü, Yahudi müzesi kapalıydı, yolumuza çıkan kiliselere bakıldı, birinde Pazar ayini vardı, izledik, rabbim affetsin 😄 Tekne gezisinde günbatımını izleyebildik. Ünlü Sırpları sayarken Oscar'lı oyuncu Karl Malden'i andık . Gezinin bir gününü de 115 km uzaktaki Novi Sad şehrine ayırdık. Yol boyu sadece Tuna nehri ile 🌽 ve 🌻 tarlaları vardı. Novi Sad biblo gibi bir yer. Belgrad Ortodoks Novi Sad ise katolik ağırlıklı.Ne diyelim biraz havamız dağıldı 😅bu yedi günde. 

23 Ağustos 2025 Cumartesi

TRT üzerinden Özdemir İnce -Haluk Şahin polemiği.

 TRT üzerinden polemik.


İzleyenler belki biliyordur. Bir süredir (2024 Yaz ayları )  Özdemir İnce ile Haluk Şahin polemik içinde. Konu TRT. İkisine de özel bir sempatim yoktur. Kendilerini sadece okuyucuları  olarak tanırım.

Haluk Şahin, İsmail Cem ekibiyle geldiği TRT yıllarını anlatan bir kitap yazmış. Okumadım. Kitapta Özdemir İnce'den de bahsetmiş. Özetle biz TRT'de devrim yapmak istedik ama Özdemir İnce gibi solcu geçinenler bize direndi diyesiymiş. 

O yıllarda TRT'de idim. Türkiye genelinde açılan  sınavı kazanıp muhabir olmuştum. 

Özdemir İnce TRT'de 11 yıl kadar çalışıp emekli olmuş. TRT'ye nasıl girdiğini söylese sevinirim. Haluk Şahin ise İsmail Cem'le gelip onunla gitmiş. TRT'ye emekleri bu kadar.

İsmail Cem döneminin doğruları kadar yanlışları da vardır. Köklü bir kuruma dışardan getirilen kişilerin uyum sağlaması, yönetici olarak eksikleri, kanunları yeterince bilmemeleri, tepeden gelme oluşları (biz buraya kalite getirdik)  diye dolanmaları elbette tepki çekecekti. 

Ben o yıllarda Türkiye'nin Sesi Radyosu'nda idim. Dış dünyaya  15 dilde haber ve program yayını yapıyorduk. Tv yayınlarında ve haber merkezinde olanları komşu apartmandan  izler gibi izliyorduk. Haber Dairesi'nin başına getirilen Mehmet Barlas'ın icraatı fıkra gibi anlatılıyordu. TRT'nin kanunlarla belirlenmiş görevleri vardı. Bunu iyi bilen bürokratlar onun isteklerine itiraz ediyorlardı doğal olarak.

Ama sayın Cem ve ekibinden hiç kimse yahu şu Türkiye'nin Sesi nedir, yayın yaptıkları 15 dil hangisidir, yurtdışında çalışan vatandaşlarımıza ne derler, Türk dünyasıyla ilgili ne söylerler diye bir gün bile merak etmedi. Biz o 500 günü uzaktan izledik. 

Aşağıda Haluk Şahin ve Özdemir İnce'nin yazılarından alıntı yaptım. 

Haluk Şahin: "Belki de “içeri”nin “dışarı”ya karşı doğal direnmesiydi bu; “yerel”in “evrensel”e, “vasat altı”nın “kalite”ye direnişi olarak da görebilirdik"

BEN: 

Dışardan gelen ekip (kalite) biz TRT emekçileri ( vasat altı). Olayları böyle HAKARETLE değerlendirenin bir de Prof. ünvanı var değil mi? 

Haluk Şahin: 

"Genel Müdür danışmanı ve mecburen hâlâ Amerika'dan getirdiği giysileri giyen Haluk Şahin....."

BEN ; Giysi meselesi neden destekleyici bir unsur oldu? Olaya "duygu" katmak için mi? 

Haluk Şahin;

"Ona (İ.Cem'i kastediyor) karşı çıkanlar ise ne sendikalıydı, ne partiliydi, ne gazeteciydi, ne sinemacıydı, ne de televizyoncuydu"

BEN:   TRT personelinin katılabileceği bir sendika vardı da biz mi bilmiyorduk?  Devlet memurlarının sendikal hakkı vardı da biz mi üye olmaktan  kaçınmıştık? 

Ayrıca TRT'de belli kadroda olanların sarı basın kartı vardı. Hoca onu bile öğrenememiş. Haluk Şahin'e TRT'nin  TAŞ Devri yıllarında örgütlenen TRT-DER ve Çağdaş Gazeteciler Derneği'ni anımsatmak isterim 

Özdemir İnce yazıyor; 

Bir de maaş meselesi var (s.74-75). Haluk Şahin, Rua Tezcan adlı görevliye maaşının ne kadar olacağını soruyor ve yedinci derecenin ikinci kademesinden 2.300 TL dolaylarında olduğunu öğrenince şaşırıyor. Bunun üzerine İsmail Cem’in talimatıyla, yönetmelikte bulunmayan “sözleşmeli danışman” kadrosu icat edilip 7.000 TL maaş ödeniyor.

BEN: Biz 2 binli liralarla geçinmeye çalışırken aldığınız para umarım size  yaramıştır Haluk Şahin..

Başka ne diyeyim !!!

Gençler için not: Ecevit-Erbakan koalisyonu sırasında gazeteci İsmail Cem TRT Genel Müdürü olmuştu.

Birgül Ergev

https://www.bodrumsokakhaber.com/gundem/trtnin-altin-yillari-ozdemir-eniste-bizi-nicin-optu

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ozdemir-ince/trt-ismail-cem-ve-gurkalari-1-2236561

28 Temmuz 2025 Pazartesi

Selanik. Villa Allatini

Yıllar önce Selanik'te bir hafta geçirdim, kenti adım adım gezdim. Yıllardır merak ettiğim bir mekana da üç saatimi ayırdım.
Selanik'te ünlü bir Yahudi ailesi için yaptırılan köşkün ismi Villa Allatini.Büyük bir bahçe içindeki kırmızı tuğlalı üç katlı köşkün mimarı bir İtalyan.
1909'da tahttan



indirilen Abdülhamit II, 3,5 yıl sürecek sürgün hayatını burada geçirir.Yanında ailesinden ve görevlilerden oluşan 40 kişi vardır.Selanik kaybedilirken Abdülhamit de yeniden  İstanbul'a Beylerbeyi Sarayı'na götürülür.
Selanik haritalarında hâlâ ilk ismiyle tanınan köşk, sonraları okul olarak kullanılır.2.Dünya Savaşı'nda hastanedir.Köşk bugün resmi bir kuruluşun ofisi olarak kullanılıyor.
Bir taksiyle zar zor bulabildim köşkü. Bahçeyi gezip dışardan görebildim binayı.İçeri girmeye izin yok. Ancak  bina epeyce yıpranmış.
Kapıdaki görevli polise ,Türkiye'den çok ziyaretçi olup olmadığını sordum.
-Yok bacım nerede!! Çok nadiren bir iki kişi gelir,dedi.😂😅😅
Türkiye'de Ulu Hakan Ulu Hakan diye bağıranların belki de buradan haberleri bile yok.Ne diyeyim.
Selanik'e giderken burayı da görmeliyim diye not almıştım. Köşkün resmine Selanik'teki Yahudi Müzesinde de rastladım. 
Belki birinin ilgisini çeker...

22 Temmuz 2025 Salı

ŞİAR YALÇIN

 Şiar Yalçın benim için örnek diyebileceğim aydınlardan biriydi.Çekmediği cefa kalmamıştı.Daha iki yaşında babası eski maliye nazırı Cavid Bey'in idamı,Hüseyin Cahit Yalçın'ın manevi koruması altında geçen çocukluğu.Savcı iken yaşadığı sürgünler,meslekten ihraç.Ama o ölümüne dek yazdı,çeviri yaptı,bulmaca hazırladı,Türkçe ile ilgisini hiç koparmadı.Hep yazdı yazdı.Onun Türkçe ile ilgili yazılarından çok yararlandım.

Cavid Bey 1924'te oğlu Şiar doğunca günlük tutmaya başlamış,tutuklanıncaya kadar bir gün bile yazmadığı olmamış.O yıllarda bir babanın günü gününe oğlunu izleyişi,o satırlardaki heyecenı,büyük sevgisi beni çok etkilemişti. Cavid Bey günlükteki son sayfayı da ölüme götürülürken yazmış. Şiar Bey babasının günlüğünü bugünkü Türkçeye çevirip yayınlarken şöyle der:".Cavid Bey yasal veya yargısal bir kararla değilse bile,kamu vicdanında aklanmış ve itibarı iade edilmiştir."

Babası İstiklal Mahkemesi kararıyla idam edilen Şİar Yalçın Atatürk hakkında şunları söyler:"Atatürk babamı astırdı.Babamın masum olduğunu düşünüyorum.Ama Atatürk bana göre yine de Türk tarihinin en büyüğüdür .Kendisine hayranım"

Bana göre bu sözler çok önemlidir.Bunları Şiar Yalçın'ın söylemesi daha da önemlidir.Ve inancım odur ki bunları asla mecburiyetten söylememiştir.O dönemi eleştirirken bazı tarihi gerçekleri de kabul etmek gerekiyor.Bu ülke kolay kurulmadı.


Bu bağlantıda Şiar Yalçın hakkında iyi bir yazı var.

https://t24.com.tr/yazarlar/dogan-akin/siar-yalcin-kalles-bir-hayata-bilge-bir-cevap,2670

2 Nisan 2025 Çarşamba

KEFARET, KÜFÜR,KÂFİR


Kefaret elbette Arapça.كفارة .Suçunu örtme, suç, hata ve günaha karşı bir bedel ödeme. (A sesi uzun ) 
Kökü küfr-küfür كفر
Bizde nankörlük etme, dini inancı reddetme, hakaret etme ve bunun için kullanılan sözcüğe diyoruz. Bütün bunları yapan kişiye de kâfir deniyor.كافر Bu sözcüğün müslüman olmayanlara hakaret olarak şaka yollu bile kullanılması abes ve yanlış.
Bırakalım o şaka Nedim'in dizelerinde kalsın:

"Sana kimisi cânım kimi cânânım deyü söyler
Nesin sen doğru söyle can mısın cânân mısın kâfir"

Kâfir sözcüğünün Arapça çoğulu ise kefere كفرة ve küffar كفار Artık eskimiş iki kelime.

27 Mart 2025 Perşembe

Kalust GÜLBENKYAN

 KALUST GÜLBENKYAN

Onun adını ilk kez üniversitede iken duymuştum . Sonra Lizbon'daki  ünlü müzesiyle de ilgili yazılar gördüm. Bu kitabı görünce hemen aldım. 

Gülbenkyan, Kafkaslar'a, İran'a ve Arabistan yarımadasına yatırım yapan tüm petrolcülere 50 yıldan uzun bir süre  danışmanlık yaptı. Kurduğu, ortağı olduğu petrol şirketlerinden aldığı %5 pay nedeniyle adı (bay yüzde beş)e çıkmıştı. 1869'da İstanbul'da zengin bir Ermeni ailesinin oğlu olarak dünyaya geldi. Öldüğü zaman dünyanın en zengin adamıydı, tek rakibi Getty idi. Padişah Abdülhamit'e, İran Şahı'na, Suudi Kralı'na danışmanlık yaptı, hiçbir devlete sadakatle bağlı değildi. İstanbul, Paris ve Lizbon en uzun süre yaşadığı şehirlerdi. Paris'te muhteşem bir evi vardı ama hep otellerde yaşadı. Osmanlı, İran ve Fransa pasaportu vardı.İngiltere'de üniversite okurken petrole ilgisi başladı, jeoloji eğitimi aldı. 1912'de kurduğu şirkete Türk Petrol Şirketi adını verdi. Arabulucu, finansör , koleksiyoner ve diplomattı. Osmanlı'nın Avrupa'daki temsilcilerine danışmanlık yaptı, bu onu 1.Dünya Savaşında korudu, İran diplomatlığı ise 2.Dünya Savaşı'nda çok işine yaradı.Ünlü Osmanlı Maliye Nazırı Cavid Bey'in Avrupa ülkelerinde kredi ararken ve Lozan"da  delege iken danıştığı kişiydi.

Daha gençken koleksiyonerliğe merak sardı.Bir süre Louvre Müzesi'nin bir yetkilisinden ders aldı.

Topladığı değerli tablolar, Yunan sikkeleri, Mısır eserleri, İran halıları, İznik çinileri bugün Lizbon'da adını taşıyan müzede sergileniyor.Bu eserler arasında Hermitage'dan satın aldığı tablolar da var.

Gülbenkyan ketum, gizemli, basından uzak bir  yaşam sürdü, o hep "arka plandaki sorun çözücü"ydü. İş toplantılarına katılmaz, oğlunu,


damadını gönderirdi. En zengin Osmanlı Ermenisiydi . 1955'te Lizbon'da öldü. Kendisinden sonra gelen en zengin Osmanlı vatandaşı ise Muğla doğumlu ünlü silah tüccarı Rum Basil Zaharof'tu. 1955'te Lizbon'da öldü 

Dünyada petrolün tarihi Gülbenkyan olmadan yazılamaz bence. İyi ki kitap var.

Birgül Ergev



21 Ocak 2025 Salı

Han Kang , Veda Etmiyorum

 𝙑𝙀𝘿𝘼 𝙀𝙏𝙈İ𝙔𝙊𝙍𝙐𝙈

1945'te  İkinci Dünya Savaşı sonunda Almanların ve Japonların yenilmesiyle Kore yarımadasında yeni bir dönem başlar. İşgalci Japonya çekilmiş, yerine ABD ve SSCB müttefiklerince kontrol edilen iki ayrı yönetim kurulmuştur. Amaç zaman içinde iki bölgeyi birleştirmekti, olamadı. 

1948'de Güney Kore hükümet güçleri komünist oldukları gerekçesiyle Jeju adasında -şimdi turizm cenneti- binlerce kişiyi toplu olarak idam eder. 1950 yılında  en az 150 kişi Gyongsang bölgesinde  katledilir ve cesetler terkedilmiş bir madene kapatılır. Komünist militan  olmakla suçlanıp öldürülenler arasında kadın ve çocuklar da vardır. 1950 , bizim de asker yolladığımız Kore savaşının  başladığı yıldır. .1997 yılında ortaya çıkarılan bu toplu mezar nedeniyle Güney Kore hükümetinin özür dilemesi istense de yönetim bunu kabul etmez. 2011'de Güney Kore Yüksek Mahkemesi hükümetin özür dilemesi ve kurbanların yakınlarına tazminat ödenmesi kararını alır.

Bu yıl Nobel edebiyat ödülünü alan Koreli yazar Han Kang'ın  iki arkadaşın dostluğunu merkeze alıp işlediği Veda Etmiyorum adlı romanında esas olarak anlattığı şey işte bu katliamlar.Yazarın  yer yer gerçek yer yer rüya ya da hayal alemindeki anlatımında müthiş ayrıntılı tasvirleri - betimleme demeye alışamadım- var. Hele  kar altında sayfalarca  süren bir bekleyiş ve yürüyüş var ki iliklerime kadar donduğumu hissettim. Ve kitap sayesinde çok şey  öğrendim, yeni bir yazar tanıdım.




Hadi bana iyi okumalar..


Birgül Ergev

18 Ocak 2025 Cumartesi

ZWEİG VE BREZİLYA

 𝗭𝘄𝗲𝗶𝗴 𝘃𝗲 𝗕𝗿𝗲𝘇𝗶𝗹𝘆𝗮



Stefan Zweig ,1936 yılında bir toplantı için ilk kez gider Brezilya'ya. 3 yıl sonra gidip altı ay kalır ve ülkeyi tanır. Sonra tutup Brezilya diye 375 sayfalık bir roman yazar. Evet bu bir tanıtım kitabı değil bir roman. İki yıl sonra tekrar bu ülkeye gidecektir ama bu kez ölmeye...

Onun satırları:

"22 Nisan 1500'de bir anda birkaç beyaz yelken belirdi ufukta."

Avrupa yani Portekiz keşfetmişti bu toprakları.Ama kimsenin o topraklara gönüllü gitmeye niyeti yoktu. Ülkede hammadde olarak sadece kereste vardı. Portekiz mahkumları gönderdi önce . Sonra gidenler misyonerler oldu. Sonra Afrikalı köleler getirildi, çünkü yeterli işgücü yoktu. Brezilya'da zenginlik bitecek gibi değildi. Altın,kahve kakao,pamuk, tütün şeker,kauçuk,elmas yüzyıllar boyunca Avrupalının ilgisini ve yönetimini buradan çekmeme sebebiydi. 

Zweig aynen şöyle diyor:

" Avrupa'nın 18.yy sonunda gösterdiği kapitalist ve endüstriyel gelişim,Brezilya altını, Avrupa ekonomisinin daha hızlı atmaya başlayan damarlarına bu kadar güçlü ve harekete geçirici bir etkiyle akmaya başlamasaydı , mümkün olamazdı"

Avrupalı ülkenin varını yoğunu yağmalarken oradaki insanların bu gelişimden yararlanması için kılını bile kıpırdatmamıştır.

Zweig'ın büyüklüğü bir ülkeyi tanıtırken bile bir roman tadını verebilmesidir. 


15 Ocak 2025 Çarşamba

Ah Cumhuriyet!

 


Ah Cumhuriyet gazetesi ah. Bir zamanlar düzeltme servisinde bile ünlü yazarlar, şairler çalışırdı. Adnan Özyalçıner, Konur Ertop. Refik Durbaş.... Dile o kadar özen gösterilirdi yani. Özdemir İnce'nin bir  yazısını internet sayfasından okudum. Gözlerime inanamadım. İtilaf ile ihtilaf kelimeleri bir güzel karışmış.  Yazıda Nobel ödüllerinden de söz etmiş ama eksik yazmış.  Türkiye'nin üç Nobel'i var .


İ𝘁𝗶𝗹𝗮𝗳  ايتلاف ,uyum sağlama, uyuşma dostluk. Ülfet 'ten geldiğini söylersem daha iyi anlaşılır. 

 İ𝗵𝘁𝗶𝗹𝗮𝗳  اِخْتِلَاف ise , zıtlık karşıtlık demek


Birgül Ergev

14 Ocak 2025 Salı

ÇATIKATI AŞIKLARI

 Şükran Yiğit 'in Çatıkatı Aşıkları kitabını yeni bitirdim. Kolay okunan ,sürükleyici bir roman. İkisi genç biri orta yaşlarda üç kişinin  aynı apartmandaki dostlukları, paylaştıkları ve paylaşmadıkları sırlar, fonda 12 Eylül darbesi.

Elbette, gene yazım hatasına takıldım.

Dilimizde de Arapçada da "tahammüden" diye bir kelime yok. Vallahi billahi yok 😄 O kelime تعمدا / taammüden bilerek, isteyerek tasarlayarak anlamında. Kelime ,yazarı yanıltmış olabilir ama bazı yayınevi görevlileri bunun için istihdam edilmiyor mu? 


Ve gene çok rastlanan bir hatalı yazılış; vehamet diye yazılan ( iki yerde geçiyor ) kelimenin doğrusu 𝘃𝗮𝗵𝗮𝗺𝗲𝘁 وخامت. Aynı kökten gelen 𝘃𝗮𝗵𝗶𝗺 kelimesi size ipucu olabilir...


Dile de okuyucuya da biraz daha özen diliyorum. Amin 


Not: Bu kitap da İletişim Yayınlarından....😠









30 Eylül 2024 Pazartesi

Dottie

 Abdulrazak Gürnah'ı üç yıl önce Nobel alınca duydum. Hemen Deniz Kenarında ve Kumdan Yürek kitaplarını okudum, çok beğendim. Çevirilerde bir sorun yoktu. Geçen hafta Dottie romanını getirttim. Okumaya başladım. Ama gitmiyor. Çeviri akıcı değil .Elimde kalem çizmeye başladım. O tedirginlikle kitaptan alacağım zevki de kaybettim. Çevirmen hata yapmış olabilir ama bu kitapları tekrar tekrar okuyacak bir görevli yok mu? Yayınevinin yöneticileri merak edip satışa sundukları kitaba bir göz atmıyorlar mı? O kadar para verdim, kitabı bitireceğim. Bir daha İletişim Yayınevi kitabı alırken de uzun uzun düşüneceğim

******

Kitabın ilk 100 sayfasında gözüme batanlar. Buyurun; 

******

Sf 15 üvey hükümdar 

Sf 56. merak ettirdi.

Sf.61 kemik doktoru

Sf.63 üvey aile (çok yerde geçiyor) Koruyucu aile gayet yaygın ve doğru bir kullanım olmaz mıydı? 

Ve bir dolu anlaşılmayan cümle.

Yazara da okuyucuya da biraz daha saygı ve özen lütfen.... 

Birgül Ergev 


7 Eylül 2024 Cumartesi

AYIP-KAYIP-NOKTA

Özdemir İnce Cumhuriyet'te 18 Ağustos'ta (2024) bir yazı yazmış. Yazının bir yerinde şöyle diyor; "Çocukluğumda, bizim Toros insanları “Ayıp oluyor deel mi?” dedikleri zaman, “Ayıba bir nukta goy gayıp olur!” diye dalga geçerlerdi. Anlaşılan, “k” yerine “nokta” diyorlardı." Hayır Sayın İnce. "K" yerine nokta demiyorlardı. Gerçekte ikisi de Arapça olan ayıp ve kayıp kelimeleri orijinal yazılışında sadece bir noktayla ayrılır. عيب ayb= ayıp غيب gayb= kayıp Dikkat ederseniz Arap harfleriyle yazılışında tek bir nokta farkı var. O da gayın (غ) harfinin üzerinde. Burada ince bir mizah söz konusu : "Ayıp dediğiniz şey minik bir müdahale ile kaybedilebilir " Birazcık araştırma ve dahi soruşturma lütfen...

11 Nisan 2024 Perşembe

TROÇKİ İSTANBUL'DA

Elime gazeteci  Ömer Sami Coşar'ın (1919-1984)  yazdığı TROÇKİ İSTANBUL'DA  kitabı geçti. İlgiyle okudum.


 Troçki, SSCB'nin ikinci adamı ,  Kızılordu'nun kurucusu. Onun için tarihin çarkları Lenin'in ölümünden sonra tersine döner.

Stalin 1918'de Pravda'ya şöyle yazar:

" Ayaklanmanın bütün pratik teşkilatlanma çalışmaları Petrograd Sovyeti Başkanı Troçki'nin kati idaresi altında cereyan etti"

Ama artık onlar unutulmuş, 

Stalin bütün erki elinde toplamıştır. Önce Kazakistan'ın Alma Ata kentine sürgüne gönderilir. Ama ne Troçki Stalin aleyhtarı örgütlenmeden ve propogandadan vazgeçer ne de Stalin onu peşini bırakır. Artık ülke içinde de istenmez. Troçki için başvurulan ülkelerden yalnızca Türkiye vize verir. Aslında Troçki Türkiye'ye gelmeyi istememiştir. Burası Troçkist hareketini yönetemeyeceği, dilini bilmediği bir ülkedir. Ama önünde tek seçenek vardır.

12.Şubat 1929 İstanbul'a getirilir. Troçki Türkler için bilinmeyen bir kişi değildir.

İstiklal Harbi sırasında Türkiye'ye yardımları dokunmuş, Sovyet Harbiye Komiseri olarak silah sevkiyatında rol oynamıştır.

Türkiye'nin vize verirken kendisinden bir tek şartı olmuştur. Türkiye'de siyasi faaliyette bulunmayacaktır.

Troçki büyük bölümünü Büyükada'da geçireceği sürgün yıllarında kendisine bir çalışma ekibi kurar. Yazılarını özel kuryelerle Avrupa'ya gönderir, oradan da Moskova'ya ulaştırılır. İki eski dava arkadaşının birbirlerini altetme mücadelesi hiç bitmez, gittikçe sertleşir. 

Nisan 1932'de ilk defa bir Türk başbakanı Moskova'yı ziyaret eder. İsmet Paşa ziyaretinden 8 milyon dolarlık bir kredi anlaşmasıyla döner. 

O günlerde Troçki de  SSCB vatandaşlığından atılmıştır.  Moskova aylar sonra  Türkiye'ye Troçki ile ilgili kararı hatırlatır. Mesaj kendisinin ikamet izninin bitirilmesi yönündedir. Ancak Ankara'nın kararı farklı olacaktır.

Ömer Sami Coşar şöyle yazar; 

"Sovyetlerle dostluk başka Türkiye'ye sığınmış ve kanunlara saygılı bir siyasi mülteciye karşı muamele başka şeylerdi. Atatürk Türkiyesi için bir mülteciye saygı 8 milyon dolarlık kredi anlaşmasından da mühimdi."

Troçki her fırsatta Avrupa ülkelerinden vize talebinde bulunur. 1932 yılında Danimarka'dan vize alır.

Elinde Leon Sedov Efendi  adına verilmiş siyasi mültecilere mehsus bir Türk pasaportu vardır.

1937'de Meksika'ya gidene kadar çeşitli Avrupa ülkelerinde zoraki sürgün hayatı yaşar. Hayatı  üç yıl sonra,   -kimliği tam bilinmeyen , evine girip çıkan-  celladı tarafından balta darbesiyle son bulur.


Kitap hakkında not; Son derece özenli,   iyi araştırılmış, kaynaklara dayalı bir biyografi. İlk olarak 1969 yılında yayınlanmış. 


Birgül Ergev

1 Eylül 2022 Perşembe

Livaneli ve Abdülhamid




 21 Temmuz 1905 Cuma günü bir grup Ermeni eylemci camiye giden Sultan Abdülhamid'e bir suikast girişiminde bulunurlar. Bombalı saldırıda padişah yara almaz ama çevredeki 26 kişi hayatını kaybeder.

Öteden beri Abdülhamid karşıtı olan Tevfik Fikret ünlü Bir Lahza-i Teehhür şiirini yazar :

"Ey şanlı avcı, dâmını beyhude kurmadın!

Attın… fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!"

Şiirde önce bombanın verdiği zararı anlattıktan sonra padişahın kurtulmasına yazıklanır. 

Kaplanın Sırtında romanında Abdülhamid'in Selanik sürgününü yazan Zülfü  Livaneli bu konuya da değinip şiir için bugünkü dille Bir Anlık Hatırlama başlığını atıyor. Elbette yanlış .






Bir Lahza-i Teehhür bugünkü dile Bir Anlık Gecikme,Bir Anlık Duraklama, Bir Anlık Ertelenme  olarak çevrilebilir ama (hatırlama) ile ilgili bir anlamı yok.

Teehhür,teahhür تأخر kelimesi tehir'den geliyor.Lahza da احظه  Arapça.

 Zülfü Livaneli gibi çok satan yazarların romanlarındaki yazım ve bilgi hatalarına şaşıp kalıyorum. (Diğerlerinin kitaplarına artık şaşmayı bıraktım ;)

Çevrelerinde geniş bir ekip var gibi görünüyor.

Kaplanın Sırtında romanına ünlü tarihçiler de tanıtım notları koymuşlar. Bu hatayı görmediklerine göre acaba kitabı okumadılar mı?


Birgül Ergev

22 Mart 2021 Pazartesi

Savcı Doğan Öz’ü Vurdular kitabına ilişkin birkaç söz..

 

Geçmişte çok büyük acılar yaşandı. Çok değerli insanlar zalimce katledildi. Bunlardan biri de değerli bir savcı, Doğan Öz’dü. İnternette gezinirken Savcı Doğan Öz’ü Vurdular kitabını görünce hemen ısmarladım. Kitabı elime aldım, büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.Kitabın önsözünü Altan Öymen yazmış,yazarı da Berivan Tapan.Oturup yayınevine aşağıdaki iletiyi yazdım.Cevap falan gelmedi tabii.İşte o yazı:

 “Savcı Doğan Öz'ü Vurdular kitabınızla ilgili birkaç not:

SF:22."Büyük kısmı İÜ ve İTÜ öğrencilerinden oluşan gruplar....."

Yanlış. İşçilerden ve işçi sendikalarından çok büyük bir katılım oldu.

SF:23."...Taksim'de bir karşı miting yapacaklarını ilan ettiler."

Yanlış. Sağcı gruplar cihat için toplanma çağrısı yaptılar. Saldırı için insan topladılar. Aynı yerde iki ayrı "miting" söz konusu değildi.

Sf:23 "16 Mart."

Yanlış. Elbette 16 Şubat.

Sf:29."1971-72 yıllarında ise,önce umut verici bir gelişme yaşandı....CHP birinci parti oldu."

Bu ne demek? 71'de darbe oldu,72'de Denizler idam edildi. Umut verici yanı nerede?

Ayrıca o seçim 1973 yılında yapıldı.

Sf:33

Savcı Doğan Öz’ün evinin önünde saldırıya uğramasından sonra evindeki gelişmeler anlatılıyor.

"Oturdukları daire sokağa bakmadığı için.... evlerinin terasından yarı beline kadar sarktı." Burada Doğan Öz’ün eşi Sezen hanımdan söz ediliyor.

Sf:33 "Hakan da annesinin arkasından evin balkonuna koştu. Babasının arabasının etrafındaki kalabalığı görünce korktu."

Not. Hani ev sokağa bakmıyordu. Hakan nasıl gördü kalabalığı?

Sayın yayıncılar her kitap özen ister ama tarihi gerçeklere dayanan olaylar, demokrasi mücadelesinde ölen insanlar daha bir özen ister.33 sayfada bu kadar hata fazla değil mi? Savcı Öz'e reva gördüğünüz özen bu mu? Belli ki usta yazar Altan Öymen'i hafızası, Önsöz'ü yazarken yanıltmış  ama hani bunun ilk okuyucusu, düzeltmeni,redaktörü?

Ben Kanlı Pazar'da oradaydım. Yürüyüşte ilk grup Taksim'e girince polis araya girip arkadakilerle bağlantıyı kesti. Biz İTÜ kapısından ileri gidemedik.Bütün saldırı ilk gruba yapıldı.Polis bir yandan sağcılar bir yandan saldırdı, iki şehit verildi orada.Yobazlar saatlerce ara sokaklarda devrimci kovaladı.Kimse önlemedi.Bir kız arkadaşımızın suratı ellerindeki çivili sopalarla boydan boya yarıldı.

Bu tip kitaplarda bir danışmanınız olsun. O günü yaşayanların bir kısmı hala hayatta .Bu konuları 68'li arkadaşlara da danışabilirsiniz.

Kitabın devamı hakkındaki düşüncem mi? Sf 33'ten öteye gidemedim. Kusura bakmayın. Daha da üzülmekten korktum. İyi günler.

Birgül Ergev.”

 Her kitap büyük emeklerle yazılıyor, farkındayım. Ama bu tür kitaplar büyük sorumluluk da getiriyor. Ve büyük bir özen istiyor. Umarım kitabı gözden geçirip yeniden yayınlarlar.

Birgül Ergev

 

8 Ocak 2021 Cuma

TARIK TUFAN.KAYBOLAN

 

Yazar :Tarık Tufan .Kitap: Kaybolan.

Yeni yazarları keşfetmeyi seviyorum. Bu korona günlerinde normalden fazla kitap okudum. İnternette ararken bu kitaba rastladım. Ismarladım. Geldi.

Hakan’la Yıldız  evli,İstanbul'da yaşıyorlar. Yıldız’ın uzakta bir  kardeşi , İstanbul’da yaşlı ve sorunlu bir babası var. Babasıyla ilişkisi pek iyi değil. Zaten evliliklerinde de sorunlar var.

Gelelim Hakan cephesine.

Hakan 20 yıl önce ,henüz bekarken bir arkadaş grubuyla birkaç günlüğüne Yalova’ya Mert’in ailesinin yazlık evine gider.Grupta Hakan’ın beğendiği Sonay da vardır.Neticede geceyi Sonay ve Hakan birlikte geçirir.Gece yarısı Hakan uyanır ve salona geçer.Az sonra büyük bir gümbürtü kopar.Hakan odaya gitmek istese de başaramaz ve kapıdan dışarı fırlar.Evet büyük Yalova depremi olmuştur.Hakan büyük bir şaşkınlıktan sonra eve yaklaşıp onlara bağırıp uyarmak ister.Ama ikinci dalgada ev yerle bir olur.

Daha sonra anlarız ki şaşırtıcı biçimde Hakan ,arkadaşlarını ve bir gece geçirdiği Sonay’ı hiç aramamış, akıbetlerini sormamıştır .Onlar da onu aramamıştır.Neden? Bilinmez.

Aradan 20 yıl geçer. Hakan ve Sonay karşılaşır. Hakan büyük şaşkınlık içindedir .Sonay onu rahatlatır nedense ve şu inanılmaz cümleyi söyler;

Öldüğü zannediyordun

Sonay arada hiç görüşmediklerine ,hiçbir bağlantıları olmamasına rağmen Hakan’ın kendisinin öldüğünü zannettiği fikrine nereden kapılmıştır? Mantıklı değil.

Devam edelim.

Sonay;-Olanlar için kendini suçlama.

Hakan:-Ne yapayım Sonay? Kaçtım ben.

Sonay:-Hepimiz aynısını yapardık o anda.

Sonay, Hakan’ın depremden kaçıp kurtulduğunu nereden biliyor? Bilmiyoruz.

Belki o da göçük altında kaldı, öldü.

Depremden sonra o evde bulunanların hepsi kurtulmuş. Peki birbirlerini neden arayıp sormamışlar .Ortak arkadaşları olmasına rağmen nasıl birbirlerinden haber almamışlar? Hem de bu çağda  ,bu teknolojiye rağmen.

Ben bu olay örgüsünü kavrayamadım. Örgüde mantık bulamadım. Kitabın kalanına da o nedenle kendimi veremedim.



9 Eylül 2020 Çarşamba

HASRETİM DERİN UYKULARDA ve sorular,kafama takılanlar.


 

 

İnsanın aynı dönemde, aynı yerlerde yaşadığı, bazılarını yakından bazılarını uzaktan bildiği, fikir arkadaşlığı yaptığı, ölümlerine içinin yandığı arkadaşlarının öyküsünü okuması zor oluyor.Bunları araştırma kitaplarında,anılarda okudum.Bazı yerlerini okumadan atladım.Yüreğim dayanmadı.55 yıldır hiç kesintisiz gazete okuru olan ben 7.Mayıs.1972 tarihli gazetelere elimi bile süremedim.Vapura binerken gazetecide “Asıldılar” manşetini görmek bile içimi dondurdu.O gece Gürel’in vapurla Kuzguncuk’taki evimize gelişini,sabaha kadar hıçkırarak ağlayışı hiç unutmadım.O Devrimci Öğrenci Birliği’nin kurucularındandı,Denizleri çok yakından tanıyordu,sanki bir parçasını kaybetmiş gibiydi.

O nedenle Hasretim Derin Uykularda kitabını biraz çekinerek elime aldım. Vehbi Bardakçı romancıymış .Bu kitapta Mahir Çayan ve arkadaşlarının Efraim Elrom’u kaçırmalarından başlayıp Kızılderede’ki  o üzücü sona kadar olan yaşam kesitlerini roman tarzında anlatıyor.Ben bu öykünün roman tarzında anlatılmasını yadırgadım.Belki araştırma,tarih,anı kitaplarını tercih ettiğimden olabilir.Şimdiden belirteyim eğer Mahir Çayan’ın öyküsünü (kolay okumayı seven )birine anlatmak istiyorsanız bu kitabı önerebilirsiniz.

Ama benim takıldığım noktalar var:

Bu bir roman, tarih kitabı değil,ama tarihi bilgilerin doğru olması gerekiyor,

Önce Adolf Eichmann kim anımsıyalım.Eichmann,Alman Nazi teşkilatında yarbay rütbesiyle görev yapmıştı.Eichmann,Nazi işgali altındaki Doğu Avrupa ülkelerindeki Yahudilerin gettolara ve toplama kamplarına gönderilmelerinden sorumluydu.Savaştan sonra sahte bir kimlikle Arjantin’e gitti.Shin Bet örgütü tarafından 1960’da İsrail’e kaçırıldı ve yargılanarak idam edildi.(Rıfat.N.Bali)

İşte bu Eichman bu romanda sadece (bir yarbay) olarak geçiyor.(sf.86) Almanya’da yaşamış olan yazarın ,Adolf Eichmann ‘ın böyle geçiştirilemiyeceğini bilmemesi şaşırtıcı bence. 1971 yılı Mayıs ayında  Mahir ve arkadaşları tarafından kaçırılan ve öldürülen İsrail’in İstanbul Başkonsolosu  Efraim Elrom,işte bu Nazi kasabının İsraİl’e getirilmesinden sonra onun aleyhindeki belgeleri toplayan polis ekibinin şeflerinden biri.Kitapta yazıldığı gibi (savcı) değil.sf.86.Elrom daha sonra Polis Akademisi Başkanlığı yapmış,tek oğlunun bir uçak kazasında ölümünden sonra İstanbul’a konsolos olarak atanmıştı.(Rıfat.N.Bali)

Sayfa 222’de bir bölüm var. Mahir ,Maltepe cezaevinden kaçmadan bir gün önce devrimci kızların bulunduğu koğuşa geçip onlarla vedalaşıyor.Ama orada verilen isimlerden biri yanlış.Adını vermek istemediğim bu arkadaş daha önce tahliye edilmişti.Bu kaçıştan bir hafta önce Saraçhane’de  bizim nikahımızda nikah şekeri dağıtıyordu.

Şimdi tam buraya olayın birebir tanığı olan aynı dönemde Maltepe Cezaevi’nde yatan, bu romanda da adı geçen Mustafa Lütfi Kıyıcı’nın bu yazıma ilişkin açıklamasının bir bölümünü  koyuyorum:

“….Bu maddi olarak olası değil . Kız arkadaşlarımızın koğuşu ses erimi uzaklığında olsa da ayrı bir binada... Böyle bir vedalaşma fiilen mümkün değildir. Kız arkadaşlar firar ortaya çıktıktan sonra bir süre koğuşlararası koridora getirildi. Ve yeniden koğuşlarına götürüldü. Bir süre sonra da zaten Selimiyeye hepimiz götürüldük. Selam.

 

Yani Mahir’in devrimci kızlarla yüzyüze vedalaşması olası değilmiş.

Kitapta bazı kurmaca karakterler de var. Bence olmasa daha iyiymiş.İşte bu kurmaca karakterlerden bir bir stajyer gazeteci.İletişim Fakültesi’nde öğrenciymiş.Ama 1971 yılında İstanbul’da İletişim Fakültesi adında bir okul yoktu.

 

İyi okumalar. Kitap.Kitap.Kitap

Birgül Ergev

Not:Bazı notları değerli araştırmacı Rıfat N.Bali'nin İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom'un İnfazı kitabından aldım.


3 Temmuz 2020 Cuma

BEN SENİN MUHATABIN DEĞİLİM.BEN SENİNLE MUHÂTAP OLMAM.

"Sen benim muhâtabım değilsin" "Seninle muhâtap olmam" "Seni muhâtap kabul etmiyorum"
Son zamanlarda özellikle gençlerin dilinde olan ve yanlış söylenen bir kelime var:Muhâtap. مخاطبArapçadan gelen kelimenin sonunda b harfi var.Ama Türkçede artık p olarak yazılıp söyleniyor.Ek alınca gene b oluyor.Kelimenin ortasındaki A sesi uzun okunacak.
Muhâtap en basit anlamıyla hitap edilen ,konuşmanın yöneltildiği kişi veya kişilerdir.
Arapçada kelimeler genellikle kök denilen üçlü bir harften çeşitli kalıplara göre türetilirler.Kelimeyi bilmesek bile kökün anlamını biliyorsak o kalıptan yola çıkarak türeyen kelimenin manasını kavrayabiliriz.
Şimdi muhâtap ile aynı kökten türeyen bazı kelimeleri anımsayalım;hitâp,hitâbet,hatîp,hutbe.
Muhâtap almamak,muhâtap olmamak deyimi ise ben seninle denk değilim, senden üstünüm demek

VE BU KELİMEDE ASLA İKİ T HARFİ YOK.😅

13 Nisan 2020 Pazartesi

VUKUÂT VAR! vak'a,vâkıa,vâkıâ,vaki,vuku,vukuât


Aşağıdaki kelimelerin hepsi Arapça AYNI KÖKTEN türemişler .Arapçadan bize gelen kelimelerdeki zorluk onlarda uzun sesli harf olması Bir de bizde olmayan (ayın) sesi söyleyişi de yazıyı da zorlaştırıyor.Maalesef bu kelimelerin hepsinde ikisi de var.
Vak’a ,vaka. ؤقعه
Arapça.olay,hadise.Eskiden okunuşunda kesme sesi belirgindi ve yazıda da kesme işareti vardı..Şimdi yazıldığı gibi vaka olarak okunuyor .Ama a sesleri uzun değil.
Vâkıa واقعه
Olgu.
Burada ilk a sesi uzun okunacak.
Vâkıâ واقعا
Gerçi,her ne kadar.Burada iki a sesi de uzun okunuyor.
Vaki
Olan ,olmuş.
Burada a sesi uzun okunacak.
Vuku وقوع Olma, meydana gelme. (Vukuu halinde) gibi kullanımlarda sondaki u sesi çift olur.Buna neden de kelimenin sonundaki (ayın)harfidir.Daha çok bulmak fiiliyle birlikte kullanılır.Eskiden ikinci u sesi uzun okunurdu.
Vukuât vuku’nun çoğulu. Ama suç,olay anlamında tekil olarak kullanımı da yaygındır.

16 Ağustos 2018 Perşembe

TRT TÜRKİYE'NİN SESİ RADYOSU,VOICE OF TURKEY ANILAR 2.


TRT’deki bu döneme TAŞ devri denmesinin nedenine gelince;
Ben TRT’ye girdiğimde genel müdür eski asker Musa Öğün’dü. Ecevit-Erbakan koalisyonunda bu göreve gazeteci İsmail Cem getirildi. İsmail Cem’in görevden alınmasından sonra yerine gelen Nevzat Yalçıntaş ve Şaban Karataş’ın isimlerinden dolayı o döneme TAŞ devri dendi.Zaten o TAŞ devrinde bize bazen 15 günde bir başkanların biri gelip biri gidecek biz de şaşkın şaşkın bu durumu izleyecektik.Yayınların büyük darbeler aldığı bu dönemde çalışanlar büyük direniş gösterdiler.Bu durum TRT DER örgütlenmesini yaratırken ,burada görev yapan bazı arkadaşlarımız Anadolu’daki TRT büroları ve radyolara sürgün gitti.Aynı sürgün furyası 12 Eylül döneminde sürecek bazı arkadaşlarımız da 101’likler olarak çeşitli kurumlara yollanacaklardı.TRT’de kameraman olan birinin,Tarım Bakanlığı’na laboratuvar görevlisi,bir programcının Bayındırlık Bakanlığı’na inşaat denetmeni olarak atandığı trajikomik günlerdi.Bizim Haber Müdürümüz Fadıl Taylan,Erzurum Radyosuna kütüphane memuru olarak atanmış,o da istifa edip eşinin memleketi İsveç’e göçmüştü.Muhabir arkadaşımız Günay Kılıç önce Erzurum’a gönderilmiş,o da yetmeyince Ulaştırma Bakanlığı’na yollanmıştı.Ama acar arkadaşımız Günay, gittiği yerde hem master yapmış hem de iyi görevler almıştı.
TRT’nin bugün geldiği noktanın, atamalarda liyakat gözetmemenin adımları o yıllarda atıldı.
./...