7 Eylül 2024 Cumartesi
AYIP-KAYIP-NOKTA
11 Nisan 2024 Perşembe
TROÇKİ İSTANBUL'DA
Elime gazeteci Ömer Sami Coşar'ın (1919-1984) yazdığı TROÇKİ İSTANBUL'DA kitabı geçti. İlgiyle okudum.
Troçki, SSCB'nin ikinci adamı , Kızılordu'nun kurucusu. Onun için tarihin çarkları Lenin'in ölümünden sonra tersine döner.
Stalin 1918'de Pravda'ya şöyle yazar:
" Ayaklanmanın bütün pratik teşkilatlanma çalışmaları Petrograd Sovyeti Başkanı Troçki'nin kati idaresi altında cereyan etti"
Ama artık onlar unutulmuş,
Stalin bütün erki elinde toplamıştır. Önce Kazakistan'ın Alma Ata kentine sürgüne gönderilir. Ama ne Troçki Stalin aleyhtarı örgütlenmeden ve propogandadan vazgeçer ne de Stalin onu peşini bırakır. Artık ülke içinde de istenmez. Troçki için başvurulan ülkelerden yalnızca Türkiye vize verir. Aslında Troçki Türkiye'ye gelmeyi istememiştir. Burası Troçkist hareketini yönetemeyeceği, dilini bilmediği bir ülkedir. Ama önünde tek seçenek vardır.
12.Şubat 1929 İstanbul'a getirilir. Troçki Türkler için bilinmeyen bir kişi değildir.
İstiklal Harbi sırasında Türkiye'ye yardımları dokunmuş, Sovyet Harbiye Komiseri olarak silah sevkiyatında rol oynamıştır.
Türkiye'nin vize verirken kendisinden bir tek şartı olmuştur. Türkiye'de siyasi faaliyette bulunmayacaktır.
Troçki büyük bölümünü Büyükada'da geçireceği sürgün yıllarında kendisine bir çalışma ekibi kurar. Yazılarını özel kuryelerle Avrupa'ya gönderir, oradan da Moskova'ya ulaştırılır. İki eski dava arkadaşının birbirlerini altetme mücadelesi hiç bitmez, gittikçe sertleşir.
Nisan 1932'de ilk defa bir Türk başbakanı Moskova'yı ziyaret eder. İsmet Paşa ziyaretinden 8 milyon dolarlık bir kredi anlaşmasıyla döner.
O günlerde Troçki de SSCB vatandaşlığından atılmıştır. Moskova aylar sonra Türkiye'ye Troçki ile ilgili kararı hatırlatır. Mesaj kendisinin ikamet izninin bitirilmesi yönündedir. Ancak Ankara'nın kararı farklı olacaktır.
Ömer Sami Coşar şöyle yazar;
"Sovyetlerle dostluk başka Türkiye'ye sığınmış ve kanunlara saygılı bir siyasi mülteciye karşı muamele başka şeylerdi. Atatürk Türkiyesi için bir mülteciye saygı 8 milyon dolarlık kredi anlaşmasından da mühimdi."
Troçki her fırsatta Avrupa ülkelerinden vize talebinde bulunur. 1932 yılında Danimarka'dan vize alır.
Elinde Leon Sedov Efendi adına verilmiş siyasi mültecilere mehsus bir Türk pasaportu vardır.
1937'de Meksika'ya gidene kadar çeşitli Avrupa ülkelerinde zoraki sürgün hayatı yaşar. Hayatı üç yıl sonra, -kimliği tam bilinmeyen , evine girip çıkan- celladı tarafından balta darbesiyle son bulur.
Kitap hakkında not; Son derece özenli, iyi araştırılmış, kaynaklara dayalı bir biyografi. İlk olarak 1969 yılında yayınlanmış.
Birgül Ergev
1 Eylül 2022 Perşembe
Livaneli ve Abdülhamid
21 Temmuz 1905 Cuma günü bir grup Ermeni eylemci camiye giden Sultan Abdülhamid'e bir suikast girişiminde bulunurlar. Bombalı saldırıda padişah yara almaz ama çevredeki 26 kişi hayatını kaybeder.
Öteden beri Abdülhamid karşıtı olan Tevfik Fikret ünlü Bir Lahza-i Teehhür şiirini yazar :
"Ey şanlı avcı, dâmını beyhude kurmadın!
Attın… fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!"
Şiirde önce bombanın verdiği zararı anlattıktan sonra padişahın kurtulmasına yazıklanır.
Kaplanın Sırtında romanında Abdülhamid'in Selanik sürgününü yazan Zülfü Livaneli bu konuya da değinip şiir için bugünkü dille Bir Anlık Hatırlama başlığını atıyor. Elbette yanlış .
Bir Lahza-i Teehhür bugünkü dile Bir Anlık Gecikme,Bir Anlık Duraklama, Bir Anlık Ertelenme olarak çevrilebilir ama (hatırlama) ile ilgili bir anlamı yok.
Teehhür,teahhür تأخر kelimesi tehir'den geliyor.Lahza da احظه Arapça.
Zülfü Livaneli gibi çok satan yazarların romanlarındaki yazım ve bilgi hatalarına şaşıp kalıyorum. (Diğerlerinin kitaplarına artık şaşmayı bıraktım ;)
Çevrelerinde geniş bir ekip var gibi görünüyor.
Kaplanın Sırtında romanına ünlü tarihçiler de tanıtım notları koymuşlar. Bu hatayı görmediklerine göre acaba kitabı okumadılar mı?
Birgül Ergev
8 Aralık 2021 Çarşamba
İŞİTİYOR MUSUN MEMET?
İŞİTİYOR MUSUN MEMET?
Hayat beni üniversiteyi bitirdikten sonra tesadüfen Kuzguncuk'a attı. Orada çok iyi dostlarım oldu. İlk oturduğum evde Nazım Hikmet'in ailesinden bazı kişilerle komşu oldum. Birisi de çok yakın arkadaşımızdı. O nedenle bu kitabın kahramanı ile ilgili birinci elden bilgilerim var.Tabii Nazım Hikmet hakkında da.
Kitapta Nazım Hikmet ve Münevver Andaç'ın tek oğulları Memet'in hayatı anlatılıyor.
Özetle yazayım. Ben kitabı sevmedim. Biyografi yazarının duyguları,hayatı, kendisi biyografinin içinde. Memet'ten çok yazarın hayatı ön planda. Ben kitabı onu okumak için almadım ki. Mehmet hayatını hep o çok ünlü Nazım'dan uzak ve bilerek isteyerek anılarından da uzak yaşamış. O halde kitabın her sayfasında yollar gene de neden Nazım Hikmet'e çıkıyor? Bir de şu var. Kim olursa olsun çok ünlü, çok sembol kişilerin çocukları şanssız oluyor. O gölge üzerlerinden hiç kalkmıyor. İyi okumalar.
22 Mart 2021 Pazartesi
Savcı Doğan Öz’ü Vurdular kitabına ilişkin birkaç söz..
Geçmişte çok büyük acılar yaşandı. Çok değerli insanlar zalimce katledildi.
Bunlardan biri de değerli bir savcı, Doğan Öz’dü. İnternette gezinirken Savcı Doğan Öz’ü Vurdular kitabını
görünce hemen ısmarladım. Kitabı elime aldım, büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.Kitabın önsözünü Altan Öymen yazmış,yazarı da Berivan Tapan.Oturup
yayınevine aşağıdaki iletiyi yazdım.Cevap falan gelmedi tabii.İşte o yazı:
SF:22."Büyük kısmı İÜ ve İTÜ
öğrencilerinden oluşan gruplar....."
Yanlış. İşçilerden
ve işçi sendikalarından çok büyük bir katılım oldu.
SF:23."...Taksim'de bir karşı miting yapacaklarını
ilan ettiler."
Yanlış. Sağcı
gruplar cihat için toplanma çağrısı yaptılar. Saldırı için insan topladılar. Aynı
yerde iki ayrı "miting" söz konusu değildi.
Sf:23 "16 Mart."
Yanlış. Elbette
16 Şubat.
Sf:29."1971-72 yıllarında ise,önce umut
verici bir gelişme yaşandı....CHP birinci parti oldu."
Bu ne demek? 71'de
darbe oldu,72'de Denizler idam edildi. Umut verici yanı nerede?
Ayrıca o seçim
1973 yılında yapıldı.
Sf:33
Savcı Doğan Öz’ün
evinin önünde saldırıya uğramasından sonra evindeki gelişmeler anlatılıyor.
"Oturdukları daire sokağa bakmadığı için.... evlerinin terasından yarı
beline kadar sarktı." Burada Doğan Öz’ün eşi Sezen hanımdan söz ediliyor.
Sf:33 "Hakan da annesinin arkasından evin
balkonuna koştu. Babasının arabasının etrafındaki kalabalığı görünce
korktu."
Not. Hani ev
sokağa bakmıyordu. Hakan nasıl gördü kalabalığı?
Sayın yayıncılar her kitap özen ister ama tarihi gerçeklere dayanan olaylar, demokrasi mücadelesinde ölen insanlar daha bir özen ister.33 sayfada bu kadar hata fazla değil mi? Savcı Öz'e reva gördüğünüz özen bu mu? Belli ki usta yazar Altan Öymen'i hafızası, Önsöz'ü yazarken yanıltmış ama hani bunun ilk okuyucusu, düzeltmeni,redaktörü?
Ben Kanlı
Pazar'da oradaydım. Yürüyüşte ilk grup Taksim'e girince polis araya girip
arkadakilerle bağlantıyı kesti. Biz İTÜ kapısından ileri gidemedik.Bütün
saldırı ilk gruba yapıldı.Polis bir yandan sağcılar bir yandan saldırdı, iki şehit
verildi orada.Yobazlar saatlerce ara sokaklarda devrimci kovaladı.Kimse
önlemedi.Bir kız arkadaşımızın suratı ellerindeki çivili sopalarla boydan boya
yarıldı.
Bu tip
kitaplarda bir danışmanınız olsun. O günü yaşayanların bir kısmı hala hayatta .Bu
konuları 68'li arkadaşlara da danışabilirsiniz.
Kitabın devamı
hakkındaki düşüncem mi? Sf 33'ten öteye gidemedim. Kusura bakmayın. Daha da
üzülmekten korktum. İyi günler.
Birgül Ergev.”
Her kitap büyük emeklerle yazılıyor, farkındayım. Ama bu tür kitaplar büyük sorumluluk da getiriyor. Ve büyük bir özen istiyor. Umarım kitabı gözden geçirip yeniden yayınlarlar.
Birgül Ergev
8 Ocak 2021 Cuma
TARIK TUFAN.KAYBOLAN
Yazar :Tarık
Tufan .Kitap: Kaybolan.
Yeni
yazarları keşfetmeyi seviyorum. Bu korona günlerinde normalden fazla kitap
okudum. İnternette ararken bu kitaba rastladım. Ismarladım. Geldi.
Hakan’la Yıldız
evli,İstanbul'da yaşıyorlar. Yıldız’ın uzakta bir kardeşi , İstanbul’da yaşlı ve sorunlu bir babası var. Babasıyla ilişkisi pek iyi
değil. Zaten evliliklerinde de sorunlar var.
Gelelim
Hakan cephesine.
Hakan 20 yıl
önce ,henüz bekarken bir arkadaş grubuyla birkaç günlüğüne Yalova’ya Mert’in
ailesinin yazlık evine gider.Grupta Hakan’ın beğendiği Sonay da vardır.Neticede
geceyi Sonay ve Hakan birlikte geçirir.Gece yarısı Hakan uyanır ve salona
geçer.Az sonra büyük bir gümbürtü kopar.Hakan odaya gitmek istese de başaramaz
ve kapıdan dışarı fırlar.Evet büyük Yalova depremi olmuştur.Hakan büyük bir
şaşkınlıktan sonra eve yaklaşıp onlara bağırıp uyarmak ister.Ama ikinci dalgada
ev yerle bir olur.
Daha sonra
anlarız ki şaşırtıcı biçimde Hakan ,arkadaşlarını ve bir gece geçirdiği Sonay’ı
hiç aramamış, akıbetlerini sormamıştır .Onlar da onu aramamıştır.Neden?
Bilinmez.
Aradan 20
yıl geçer. Hakan ve Sonay karşılaşır. Hakan büyük şaşkınlık içindedir .Sonay
onu rahatlatır nedense ve şu inanılmaz cümleyi söyler;
“Öldüğümü
zannediyordun”
Sonay arada hiç görüşmediklerine ,hiçbir bağlantıları olmamasına rağmen Hakan’ın kendisinin öldüğünü zannettiği fikrine nereden kapılmıştır? Mantıklı değil.
Devam
edelim.
Sonay;-Olanlar
için kendini suçlama.
Hakan:-Ne
yapayım Sonay? Kaçtım ben.
Sonay:-Hepimiz
aynısını yapardık o anda.
Sonay,
Hakan’ın depremden kaçıp kurtulduğunu nereden biliyor? Bilmiyoruz.
Belki o da
göçük altında kaldı, öldü.
Depremden
sonra o evde bulunanların hepsi kurtulmuş. Peki birbirlerini neden arayıp
sormamışlar .Ortak arkadaşları olmasına rağmen nasıl birbirlerinden haber
almamışlar? Hem de bu çağda ,bu
teknolojiye rağmen.
Ben bu olay
örgüsünü kavrayamadım. Örgüde mantık bulamadım. Kitabın kalanına da o nedenle
kendimi veremedim.
9 Eylül 2020 Çarşamba
HASRETİM DERİN UYKULARDA ve sorular,kafama takılanlar.
İnsanın aynı dönemde, aynı yerlerde yaşadığı, bazılarını yakından bazılarını uzaktan bildiği, fikir arkadaşlığı yaptığı, ölümlerine içinin yandığı arkadaşlarının öyküsünü okuması zor oluyor.Bunları araştırma kitaplarında,anılarda okudum.Bazı yerlerini okumadan atladım.Yüreğim dayanmadı.55 yıldır hiç kesintisiz gazete okuru olan ben 7.Mayıs.1972 tarihli gazetelere elimi bile süremedim.Vapura binerken gazetecide “Asıldılar” manşetini görmek bile içimi dondurdu.O gece Gürel’in vapurla Kuzguncuk’taki evimize gelişini,sabaha kadar hıçkırarak ağlayışı hiç unutmadım.O Devrimci Öğrenci Birliği’nin kurucularındandı,Denizleri çok yakından tanıyordu,sanki bir parçasını kaybetmiş gibiydi.
O nedenle Hasretim Derin Uykularda kitabını biraz çekinerek elime aldım. Vehbi Bardakçı romancıymış .Bu kitapta Mahir Çayan ve arkadaşlarının Efraim Elrom’u kaçırmalarından başlayıp Kızılderede’ki o üzücü sona kadar olan yaşam kesitlerini roman tarzında anlatıyor.Ben bu öykünün roman tarzında anlatılmasını yadırgadım.Belki araştırma,tarih,anı kitaplarını tercih ettiğimden olabilir.Şimdiden belirteyim eğer Mahir Çayan’ın öyküsünü (kolay okumayı seven )birine anlatmak istiyorsanız bu kitabı önerebilirsiniz.
Ama benim takıldığım noktalar var:
Bu bir roman, tarih kitabı değil,ama tarihi bilgilerin doğru olması gerekiyor,
Önce Adolf Eichmann kim anımsıyalım.Eichmann,Alman Nazi teşkilatında yarbay rütbesiyle görev yapmıştı.Eichmann,Nazi işgali altındaki Doğu Avrupa ülkelerindeki Yahudilerin gettolara ve toplama kamplarına gönderilmelerinden sorumluydu.Savaştan sonra sahte bir kimlikle Arjantin’e gitti.Shin Bet örgütü tarafından 1960’da İsrail’e kaçırıldı ve yargılanarak idam edildi.(Rıfat.N.Bali)
İşte bu Eichman bu romanda sadece (bir yarbay) olarak geçiyor.(sf.86) Almanya’da yaşamış olan yazarın ,Adolf Eichmann ‘ın böyle geçiştirilemiyeceğini bilmemesi şaşırtıcı bence. 1971 yılı Mayıs ayında Mahir ve arkadaşları tarafından kaçırılan ve öldürülen İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom,işte bu Nazi kasabının İsraİl’e getirilmesinden sonra onun aleyhindeki belgeleri toplayan polis ekibinin şeflerinden biri.Kitapta yazıldığı gibi (savcı) değil.sf.86.Elrom daha sonra Polis Akademisi Başkanlığı yapmış,tek oğlunun bir uçak kazasında ölümünden sonra İstanbul’a konsolos olarak atanmıştı.(Rıfat.N.Bali)
Sayfa 222’de bir bölüm var. Mahir ,Maltepe cezaevinden kaçmadan bir gün önce devrimci kızların bulunduğu koğuşa geçip onlarla vedalaşıyor.Ama orada verilen isimlerden biri yanlış.Adını vermek istemediğim bu arkadaş daha önce tahliye edilmişti.Bu kaçıştan bir hafta önce Saraçhane’de bizim nikahımızda nikah şekeri dağıtıyordu.
Şimdi tam buraya olayın birebir tanığı olan aynı dönemde Maltepe Cezaevi’nde yatan, bu romanda da adı geçen Mustafa Lütfi Kıyıcı’nın bu yazıma ilişkin açıklamasının bir bölümünü koyuyorum:
“….Bu maddi olarak olası değil . Kız
arkadaşlarımızın koğuşu ses erimi uzaklığında olsa da ayrı bir binada... Böyle
bir vedalaşma fiilen mümkün değildir. Kız arkadaşlar firar ortaya çıktıktan
sonra bir süre koğuşlararası koridora getirildi. Ve yeniden koğuşlarına
götürüldü. Bir süre sonra da zaten Selimiye’ye hepimiz götürüldük. Selam.”
Yani Mahir’in devrimci kızlarla yüzyüze vedalaşması olası değilmiş.
Kitapta bazı kurmaca karakterler de var. Bence olmasa daha iyiymiş.İşte bu kurmaca karakterlerden bir bir stajyer gazeteci.İletişim Fakültesi’nde öğrenciymiş.Ama 1971 yılında İstanbul’da İletişim Fakültesi adında bir okul yoktu.
İyi okumalar. Kitap.Kitap.Kitap
Birgül Ergev
Not:Bazı notları değerli araştırmacı Rıfat N.Bali'nin İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom'un İnfazı kitabından aldım.