Hoş geldiniz!

Benim derdim ne?

Muradım orada burada gördüklerimi, gözüme çarpanları ,gözüme batanları,gözden kaçanları, gözüme girenleri, özellikle basındaki Türkçe yazım ve söyleyiş detaylarını,habercilik hatalarını,sevaplarını yazıvermek...

Kimseyi kırmak,aşağılamak yok...

Eleştirilerin zekice ve efendice yapılanları kabulüm..

Saygılar...








29 Mart 2018 Perşembe

Ahmet Ümit ve Kırlangıç Çığlığı

Kitabı yeni bitirdim.Bir solukta değil ama çok çabuk okudum.Kitap aldı beni gitti.Elbette gene kitap bitene kadar katili bulamadım :) Ellerine sağlık Ahmet Ümit.
Ahmet Ümit bir marka mıdır? Kuşkusuz evet.Peki böyle çok okunan iyi bir yazarın kitabı iyi bir editörlüğü hak etmiyor mu ?Ediyor.
O halde 194'üncü sayfadaki mefta kelimesi ne oluyor? Doğrusu mevta.Kelime Arapça mevt kökünden türemiş.Vefat kelimesiyle bir ilgisi yok,zaten kelimede f harfi de yok.
İkinci konuya gelirsek.Romanda yasadışı organ nakli konusu da işleniyor.Ancak 363'üncü sayfadaki anlatımda hatalar var.Yasal olan ve kadavradan yapılan nakillerle gene yasal olan ve  canlıdan canlıya yapılan  organ nakillerinin şartları konusu birbirine karıştırılmış.Ben tıp uzmanı değilim.Ahmet Ümit'in bu önemli konuyu biraz daha net anlatması gerekirdi.
Romanın bir yerinde denizde boğularak ölen bir çocuktan söz ediliyor.Sayfa 336.
"Ciğerleri tuzlu suyla doluymuş.Çocuk denize düştüğünde sağmış.Cinayet değil kazaymış yani"
Peki çocuğun kazayla denize düştüğünü nereden biliyorlar? Denize atılmış olamaz mı?
Sayfa 254'e gelelim.
"Hayati'nin borçlu olduğu gazetelere kadar düşmüştü"
Burada aslında  sözü edilen Doktor Kansu.Kişiler karışmış.
Ahmet Ümit kitabının başında bazı yakınlarına teşekkür de etmiş.Ben bu kitabın editörü ya da Ahmet Ümit'in ilk okuyucularından biri olsaydım,kitabı bir değil beş kere okur ve bu hataların olmamasına çalışırdım.



http://birgulergev-deretepe.blogspot.com.tr/2011/02/mevta-m-ne.html
http://www.nefroloji.org.tr/folders/file/32_ulusal_nefroloji_sunumlar/22%20EK%C4%B0M/SALON%20A/15.30-17.00/NILGUN%20DASKIN/nilgundaskin.pdf

22 Mart 2018 Perşembe

meskûn mahal

Meskûn mahal.
Şu sıralarda süren sınırötesi askeri harekat nedeniyle sık sık duyuyoruz.Yaşı kemale erenler bilir ama gene de yazalım.
Meskûn:مسكون Arapça iskandan geliyor.İskan edilmiş,yerleşilmiş,insanların yaşadığı yer anlamında.
K ince, u uzun okunacak.
Mahal:محل yer,saha.Yalnız dikkat kelime ek alırsa sondak L çift yazılıp okunur;Olay mahalli gibi.Mahalde iki a sesi de kısa okunuyor.
Bir anlamı da sebep demek.Ama buradaki anlamı o değil.
Neticede meskûn mahal,yerleşim yeri,insanların oturduğu yer demek.
Aman söylenişi ve yazılışıyla uğraşamam diyorsanız, yerleşim yeri deyin gitsin😂

15 Mart 2018 Perşembe

Gazetelerde Türkçe hatalarını yazanlar.

Gazetelerimizde Türkçe yazım hatalarını yazanların sayısı az.Keşke daha çok olsa.
Ben Birgün okuruyum.Bu gazetede bazen Attila Aşut,Dilin Kemiği köşesinde Türkçe yazım hatalarına değiniyor.Herkesin doğru Türkçe yazıp okuması için elbette Osmanlıca bilmesine gerek yok.Sözlüğe bakmayı bilmek yeterli. Ama bir gazetede Türkçe üzerine kalem oynatacaksanız Osmanlıca bilmeniz gerekir.Çünkü dilimizde kullanımda olan çok sayıda Arapça,Farsça kelime ve bunlarla ilgili kural var.
Attila bey bugünkü (12.03.2018) yazısında kafasına takılan bazı noktaları soruyor.
Özetle;
-Makine sözcüğü neden bazen makina oluyor?
-Dilimize batı dillerinden gelen bu kelimenin iki yazılışı da doğru.Nazım Hikmet ünlü şiirinde
"Makinalaşmak istiyorum" diyordu.
-Cambaz sözcüğü neden bazen canbaz oluyor?
-Kelimenin aslı can-baz da ondan.Farsçadan gelmiş bize.Farsça bazı kelimelerde bu m-n değişmesi görülüyor.Pençşenbe-Perşembe,Çeharşenbe-Çarşamba olmuş bizde mesela.Cambaz da canbaz da doğru.
-Ud kelimesi zamanla ut olmuş ama neden udi demeye devam ediyor muşuz?
-Ud  sözcüğü Arapçadan geliyor. Meslek belirten sondaki o (i) sesi Türkçe bir ek değil.O ek  kelime bizde ut olmadan önce eklenmiş de ondan.Udi olarak kalıplaşmış.
Attila beye söyleyeceklerim bu kadar.
Arapça ve Farsçadan  gelen kelimelerin sonundaki d sesinin t'ye dönüşmesine daha önce de değinmiştim.İki örnek vereyim ced kelimesi bizde cet olmuş.Ama sonuna Türkçe ek gelince gene aslına dönüyor.(ceddine rahmet) .Dert de öyle (derdimi anlatamadım) Aslı derd.




12 Mart 2018 Pazartesi

ÖNEMLİ RİCA
BU BLOGTAKİ YAZILAR EMEKLE ,GÖZ NURUYLA OLUŞTURULUYOR.BURADAN ALINTI YAPIP ,ÖRNEKLERİMİ BİLE AYNEN ALIP KULLANAMAZSINIZ.YARARLANDIĞINIZ ZAMAN KAYNAĞINIZI LÜTFEN BELİRTİNİZ.BİLİŞİM UZMANLARI TARAFINDAN BUNU YAPANLARIN SAPTANMASI ZOR DEĞİLDİR.BİLGİNİZE.BİRGÜL ERGEV

10 Ekim 2017 Salı

UNUTKAN AYNA VE SORU İŞARETİ...


UNUTKAN AYNA
Gürsel Korat’tan okuduğum ilk roman.Onu alıp okumamda Orhan Kemal Roman Ödülü’nü almış olmasının etkisi var kuşkusuz.Dikkatimi öyle çekti.Hemen edinip çabucak okudum.1915 yılı Kapadokyası romanın mekanı.Romanda,azınlıklar,Ermeni tehciri,askerin yönetimdeki ağırlığı her an hisssedilen küçük kasabadaki  günlük kaygılar,dokunaklı öyküler,dostluklar gayet akıcı bir biçimde yer alıyor.Okumanızı öneriririm.

Yalnız…
Romanda bir ayrıntıya takılıp kaldım.Roman tamı tamına 1915 Haziran ayında geçiyor.188'inci sayfa.Aynen alıyorum:
“Miralay,üstten konuşuyor,yaşça küçük olduğu halde Papaz’a “sen” diyordu:”Yunan ordusu üç aydır İzmir’de.Urla’da Manisa’da tarlalara el konuldu,evler işgal altında.Sen neden söz ediyorsun efendi?


Dimitri Efendi altta kalacak adam değildi.
“Biz Yunan değiliz,Rumuz.Onların yaptığı şeye sevinecek halimiz yok”


Sene 1915’te İzmir’deki Yunan işgali ne? İzmir,1919'da işgal edimedi mi? Anlayamadım.Takılıp kaldım..

Geçenlerde bir arkadaşım gönderdi bu resmi.Kitabın yeni baskısında o bölüm şöyle olmuş;
"Yunan ordusu Sakız'a yığınak yapıyor.Midilli bile çıktı elden,elimizde neredeyse ada kalmadı.Sen neden bahsediyorsun efendi?"
İyi de daha önce nasıl farkedilmedi bu hata?
Neyse sonunda düzeltilmiş.


5 Mayıs 2016 Perşembe

ALIN YAZIM....ROMAN....YAZAN:NAFİSA HAJİ

Artık roman okurken kurguya dikkat ediyorum.Eskiden kendimi konuya kaptırır giderdim.Ama şimdi kurgu,senaryo daha çok ilgimi çekiyor.
Nafisa Haji’nin Alın Yazım kitabında da öyle oldu.Daha ilk satırlarında sevdim kitabı.Bitirince de sıcak ve ustalıklı dili kadar kurgusuna da şaşırıp “Vay be!” dedim.Sonra tekrar düğümlerin oluştuğu ve çözüldüğü yerlere baktım.Yanılmamıştım.İyi bir kitaptı okuduğum.Akıcı,sürprizli.
Kitap,yazarının kökenlerine paralel bir öyküye sahip.Ama ne kadarı gerçek ya da kurgu bilemem tabii.Hint-Pakistan asıllı bir ailenin Amerika’daki yaşamları,geriye dönüp Pakistan,Hindistan’a gidişleri,bu arada ailenin bir kolu nedeniyle İngiltere’ye uğrayışları,doğu ve batı dünyası arasında gidip gelen duygular ve yaşamlar.

Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz.
Kuklacı Felek usta,kuklalar da biz
Oyuna çıkıyoruz birer ikişer
Bitti mi oyun,sandıktayız hepimiz.Ömer Hayyam

Alın Yazım,Nafisa Haji’nin Türkçeye çevrilen ilk romanı.Çeviren Figen Dereli.Nafisa Haji kitaplarını İngilizce yazıyor.Romanın orijinalinde olan ve Türkçeye çevrilirken aynen bırakılmış Urduca sıfatlar var.Parantez içinde anlamları verilmiş.Bu da Amerikalı bir yazarın İngilizce eserinde Doğu motiflerinin esintisini,ruhunu aktarıyor bize.
Kitabı keşfetme öyküme gelince. Nafisa Haji’yle Bodrum’da,  haftada bir akşam bir araya geldiğimiz arkadaş grubunda karşılaştım. Bu grubun amacı da dil paylaşımı.Herkes  öğretmek istediği dille öğrenmek istediği dili kullanarak sohbet ediyor.Doğal olarak 72 milletten insana rastlayabiliyorsunuz burada. Nafisa (Nefise)’nin  öğrenmeye devam ettiği  Türkçesiyle benim orta karar İngilizcemi kullanarak yaptığımız ilk sohbette onun yazar olduğunu,eserlerinden ikisinin Türkçeye çevrildiğini öğrendim.Sonra da hemen gidip kitapları internetten ısmarladım.
Nafisa Haji eşi ve oğluyla üç yıldır Bodrum’da yaşıyor.Yazmaya devam ediyor.Geçen yıl ,Bodrum’a öyküleri ve acılarıyla binlercesi gelen göçmenlere yardım için kurulan bir oluşumda eşiyle birlikte  çalışıyorlar.Benim de karınca kararınca katkıda bulunduğum bir oluşum bu.Yolumuz öyle kesişti zaten.
Şimdi sırada Nefise’nin Türkçeye çevrilen ikinci romanı Gözyaşlarının Tadı var.İyi okumalar bana da size de…Bu arada Alın Yazım'ı alın,seveceksiniz.

Alın Yazım:The Writing on My Forehead
Gözyaşlarının Tadı:The Sweetness of Tears

25 Nisan 2016 Pazartesi

UNUTULMUŞ BİR SUİKASTIN ANATOMİSİ..

UNUTULMUŞ BİR
SUİKASTIN
ANATOMİSİ..
SANTA BARBARA SUİKASTI


Önce 1973 yılına dönelim.ABD’nin Los Angeles kentine yakın Santa Barbara kasabasında bir cinayet işleniyor.Öldüren ailesiyle gençken buralardan gitmiş yaşlı bir ermeni.Öldürülenler ise Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar  ve yardımcısı Bahadır Demir..Suikast,diplomatlara dost elini uzatırmış gibi görünüp pusu kuran yaşlı bir ermeninin günlerce önceden adım adım dakika dakika planladığı gibi gerçekleşiyor.Katil kaçmıyor,hatta otelin resepsiyonuna bile kendisi telefon edip (İki kişiyi öldürdüm,gelin) diyor.Oldukça sakin bir kasaba olan Santa Barbara’da hem oteldekiler hem polis ilk anda şoka giriyorlar.Yalnız onlar değil Ankara da şaşkın.Bu suikast,1920’lerdeki İttihat Terakki liderlerine düzenlenenlerden beri  Ermenilerce yapılan ilk eylem.Geçen yıl Berlin'deki Şehitlik Camiinde 1920'lerde öldürülen iki İttihatçının mezarını görmüştüm.1973 yılında TRT’de çalıştığım için Santa Barbara olayıyla daha yakından ilgiliyim.Bir de bu soğukkanlı  pusuyu ve failinin ruh halini merak ediyorum.Daha sonraları onlarca benzer saldırı olacak,hepsini bültenlerde verecektik.Hatta La Haye büyükelçimizi vuramayan Asala militanları onun gencecik oğlu Ahmet Benler’i vurunca  çok üzülmüştüm.Çünkü Ahmet Benler’le bu olaydan birkaç ay önce La Haye’de tanışmış,epeyce muhabbet etmiştim.Gencecik bir mühendisti.
İşte bu nedenlerle Haluk Sahin'in yazdığı Unutulmuş Bir Suikastın Anatomisi kitabının yayınlandığını duyunca hemen gidip aldım. Kitap 1973 yılında iki diplomatımızın Santa Barbara kentinde öldürülmelerini konu ediyor.Kitap mahkeme tutanaklarına ve FBI belgelerine dayandırılmış.Cinayete giden süreç ,katilin hazırlıkları ve mahkeme gayet detaylı anlatılıyor.Katil Gürgen Mıgırdıç Yanıkyan'ın ilk ifadesi,mahkemedeki sorgusu,jürinin seçimine kadar her şey ayrıntılı.Yanıkyan'ın avukatı James Lindsey davanın savcısı David Minier yargıç John Westwick,.jürinin kararı,verilen hapis cezası,hepsi.Yani 415 sayfalık  kitapta yok yok.Ama bir şey de yok.O da şu:Öldürülen diplomatların, ailelerinin  TC devletinin bir temsilcisi yok mahkemede,onlardan tek kelimeyle bile söz edilmiyor.Sadece yarım sayfa içinde Türk tanıklardan söz edilmiş.Böyle bir şey olabilir mi? Yani mahkemede aileleri ve devleti temsil eden kimse yok muydu?ABD mahkemelerini filmlerden biliyorum sadece.Ama mağdurların temsil edilmemesini aklım almadı.Haluk Şahin öyle boş bir adam da değil.Aklımda bu sorularla yayınevine bir mail attım.Cevap Haluk Şahin’den geldi.
İşte cevap:
“…Sorunuza benzer soruları başkaları da sordu. Bu yargılamayı Türkiye yalnızca bir gözlemci ile izlemiş. Zaten bunun siyasi olmayan bir cinayet davası olduğu tezi ağır basıyordu. Daha sonraki cinayetlerde de Türkiye'nin müdahil olmadığını görüyoruz, sanırım ta Orly katliamına kadar. Belli ki Dışişleri ve Türkiye bu yeni belaya hiç hazır değildi. Nedenlerini de kitapta ima etmeye çalıştım.34 diplomatı öldürülmüş bir ülkede bu konuda çıkmış ilk kitabın benimkisi olması da yeterince anlamlı değil mi?En iyi dileklerimle,Haluk Şahin”

Teşekkürler Haluk Şahin.Ama benim aklımdaki sorular bu yanıta rağmen tamamen gitmedi.Tamam Türkiye müdahil olmamış ama aileleri temsil eden bir avukat da mı yoktu?Neredeyse 353 sayfa tamamen mahkemedeki sorguya ayrılmış.İnanılmaz bir detay var burada.Ama demin de dediğim gibi ne sanığa,ne onun avukatına,ne savcıya,ne hakime soru soran,itiraz eden bir avukat (diplomatların veya ailelerinin) yok ortada Tek kelimeyle bile yok..Haluk Şahin mektubunda (ima etmeye çalıştım) demiş,iyi niyetine şüphe yok  ve emeğine şapka çıkartmak gerekiyor.Ama keşke kitabını okuyanın aklında bu soru işaretleri kalmasaydı.İma etmek yerine bir iki sayfa daha ekleseydi.
Olayı merak edenler için kitap gerçekten bir ilk ve çok bilgi veriyor.Öneriyorum.İyi okumalar…