İ𝘁𝗶𝗹𝗮𝗳 ايتلاف ,uyum sağlama, uyuşma dostluk. Ülfet 'ten geldiğini söylersem daha iyi anlaşılır.
İ𝗵𝘁𝗶𝗹𝗮𝗳 اِخْتِلَاف ise , zıtlık karşıtlık demek
Birgül Ergev
Doğru Türkçe... Haberde Türkçe sorunu... Gözüme çarpanlar.. Anılar...
İ𝘁𝗶𝗹𝗮𝗳 ايتلاف ,uyum sağlama, uyuşma dostluk. Ülfet 'ten geldiğini söylersem daha iyi anlaşılır.
İ𝗵𝘁𝗶𝗹𝗮𝗳 اِخْتِلَاف ise , zıtlık karşıtlık demek
Birgül Ergev
Şükran Yiğit 'in Çatıkatı Aşıkları kitabını yeni bitirdim. Kolay okunan ,sürükleyici bir roman. İkisi genç biri orta yaşlarda üç kişinin aynı apartmandaki dostlukları, paylaştıkları ve paylaşmadıkları sırlar, fonda 12 Eylül darbesi.
Elbette, gene yazım hatasına takıldım.
Dilimizde de Arapçada da "tahammüden" diye bir kelime yok. Vallahi billahi yok 😄 O kelime تعمدا / taammüden bilerek, isteyerek tasarlayarak anlamında. Kelime ,yazarı yanıltmış olabilir ama bazı yayınevi görevlileri bunun için istihdam edilmiyor mu?
Ve gene çok rastlanan bir hatalı yazılış; vehamet diye yazılan ( iki yerde geçiyor ) kelimenin doğrusu 𝘃𝗮𝗵𝗮𝗺𝗲𝘁 وخامت. Aynı kökten gelen 𝘃𝗮𝗵𝗶𝗺 kelimesi size ipucu olabilir...
Dile de okuyucuya da biraz daha özen diliyorum. Amin
Not: Bu kitap da İletişim Yayınlarından....😠
Abdulrazak Gürnah'ı üç yıl önce Nobel alınca duydum. Hemen Deniz Kenarında ve Kumdan Yürek kitaplarını okudum, çok beğendim. Çevirilerde bir sorun yoktu. Geçen hafta Dottie romanını getirttim. Okumaya başladım. Ama gitmiyor. Çeviri akıcı değil .Elimde kalem çizmeye başladım. O tedirginlikle kitaptan alacağım zevki de kaybettim. Çevirmen hata yapmış olabilir ama bu kitapları tekrar tekrar okuyacak bir görevli yok mu? Yayınevinin yöneticileri merak edip satışa sundukları kitaba bir göz atmıyorlar mı? O kadar para verdim, kitabı bitireceğim. Bir daha İletişim Yayınevi kitabı alırken de uzun uzun düşüneceğim
******
Kitabın ilk 100 sayfasında gözüme batanlar. Buyurun;
******
Sf 15 üvey hükümdar
Sf 56. merak ettirdi.
Sf.61 kemik doktoru
Sf.63 üvey aile (çok yerde geçiyor) Koruyucu aile gayet yaygın ve doğru bir kullanım olmaz mıydı?
Ve bir dolu anlaşılmayan cümle.
Yazara da okuyucuya da biraz daha saygı ve özen lütfen....
Birgül Ergev
Elime gazeteci Ömer Sami Coşar'ın (1919-1984) yazdığı TROÇKİ İSTANBUL'DA kitabı geçti. İlgiyle okudum.
Stalin 1918'de Pravda'ya şöyle yazar:
" Ayaklanmanın bütün pratik teşkilatlanma çalışmaları Petrograd Sovyeti Başkanı Troçki'nin kati idaresi altında cereyan etti"
Ama artık onlar unutulmuş,
Stalin bütün erki elinde toplamıştır. Önce Kazakistan'ın Alma Ata kentine sürgüne gönderilir. Ama ne Troçki Stalin aleyhtarı örgütlenmeden ve propogandadan vazgeçer ne de Stalin onu peşini bırakır. Artık ülke içinde de istenmez. Troçki için başvurulan ülkelerden yalnızca Türkiye vize verir. Aslında Troçki Türkiye'ye gelmeyi istememiştir. Burası Troçkist hareketini yönetemeyeceği, dilini bilmediği bir ülkedir. Ama önünde tek seçenek vardır.
12.Şubat 1929 İstanbul'a getirilir. Troçki Türkler için bilinmeyen bir kişi değildir.
İstiklal Harbi sırasında Türkiye'ye yardımları dokunmuş, Sovyet Harbiye Komiseri olarak silah sevkiyatında rol oynamıştır.
Türkiye'nin vize verirken kendisinden bir tek şartı olmuştur. Türkiye'de siyasi faaliyette bulunmayacaktır.
Troçki büyük bölümünü Büyükada'da geçireceği sürgün yıllarında kendisine bir çalışma ekibi kurar. Yazılarını özel kuryelerle Avrupa'ya gönderir, oradan da Moskova'ya ulaştırılır. İki eski dava arkadaşının birbirlerini altetme mücadelesi hiç bitmez, gittikçe sertleşir.
Nisan 1932'de ilk defa bir Türk başbakanı Moskova'yı ziyaret eder. İsmet Paşa ziyaretinden 8 milyon dolarlık bir kredi anlaşmasıyla döner.
O günlerde Troçki de SSCB vatandaşlığından atılmıştır. Moskova aylar sonra Türkiye'ye Troçki ile ilgili kararı hatırlatır. Mesaj kendisinin ikamet izninin bitirilmesi yönündedir. Ancak Ankara'nın kararı farklı olacaktır.
Ömer Sami Coşar şöyle yazar;
"Sovyetlerle dostluk başka Türkiye'ye sığınmış ve kanunlara saygılı bir siyasi mülteciye karşı muamele başka şeylerdi. Atatürk Türkiyesi için bir mülteciye saygı 8 milyon dolarlık kredi anlaşmasından da mühimdi."
Troçki her fırsatta Avrupa ülkelerinden vize talebinde bulunur. 1932 yılında Danimarka'dan vize alır.
Elinde Leon Sedov Efendi adına verilmiş siyasi mültecilere mehsus bir Türk pasaportu vardır.
1937'de Meksika'ya gidene kadar çeşitli Avrupa ülkelerinde zoraki sürgün hayatı yaşar. Hayatı üç yıl sonra, -kimliği tam bilinmeyen , evine girip çıkan- celladı tarafından balta darbesiyle son bulur.
Kitap hakkında not; Son derece özenli, iyi araştırılmış, kaynaklara dayalı bir biyografi. İlk olarak 1969 yılında yayınlanmış.
Birgül Ergev
21 Temmuz 1905 Cuma günü bir grup Ermeni eylemci camiye giden Sultan Abdülhamid'e bir suikast girişiminde bulunurlar. Bombalı saldırıda padişah yara almaz ama çevredeki 26 kişi hayatını kaybeder.
Öteden beri Abdülhamid karşıtı olan Tevfik Fikret ünlü Bir Lahza-i Teehhür şiirini yazar :
"Ey şanlı avcı, dâmını beyhude kurmadın!
Attın… fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!"
Şiirde önce bombanın verdiği zararı anlattıktan sonra padişahın kurtulmasına yazıklanır.
Kaplanın Sırtında romanında Abdülhamid'in Selanik sürgününü yazan Zülfü Livaneli bu konuya da değinip şiir için bugünkü dille Bir Anlık Hatırlama başlığını atıyor. Elbette yanlış .
Bir Lahza-i Teehhür bugünkü dile Bir Anlık Gecikme,Bir Anlık Duraklama, Bir Anlık Ertelenme olarak çevrilebilir ama (hatırlama) ile ilgili bir anlamı yok.
Teehhür,teahhür تأخر kelimesi tehir'den geliyor.Lahza da احظه Arapça.
Zülfü Livaneli gibi çok satan yazarların romanlarındaki yazım ve bilgi hatalarına şaşıp kalıyorum. (Diğerlerinin kitaplarına artık şaşmayı bıraktım ;)
Çevrelerinde geniş bir ekip var gibi görünüyor.
Kaplanın Sırtında romanına ünlü tarihçiler de tanıtım notları koymuşlar. Bu hatayı görmediklerine göre acaba kitabı okumadılar mı?
Birgül Ergev
İŞİTİYOR MUSUN MEMET?
Hayat beni üniversiteyi bitirdikten sonra tesadüfen Kuzguncuk'a attı. Orada çok iyi dostlarım oldu. İlk oturduğum evde Nazım Hikmet'in ailesinden bazı kişilerle komşu oldum. Birisi de çok yakın arkadaşımızdı. O nedenle bu kitabın kahramanı ile ilgili birinci elden bilgilerim var.Tabii Nazım Hikmet hakkında da.
Kitapta Nazım Hikmet ve Münevver Andaç'ın tek oğulları Memet'in hayatı anlatılıyor.
Özetle yazayım. Ben kitabı sevmedim. Biyografi yazarının duyguları,hayatı, kendisi biyografinin içinde. Memet'ten çok yazarın hayatı ön planda. Ben kitabı onu okumak için almadım ki. Mehmet hayatını hep o çok ünlü Nazım'dan uzak ve bilerek isteyerek anılarından da uzak yaşamış. O halde kitabın her sayfasında yollar gene de neden Nazım Hikmet'e çıkıyor? Bir de şu var. Kim olursa olsun çok ünlü, çok sembol kişilerin çocukları şanssız oluyor. O gölge üzerlerinden hiç kalkmıyor. İyi okumalar.